menu Menü
Logo Yengi Mecmua

Sahra-yı muhabbetde o divanelerüz kim

Mecnun-ı melametzede en akilimüzdür



TARİHİN ŞAFAĞINDA BİR GUTENBERG MESELESİ Önceki SÖYLENİLENDEN OKUNANA ŞİİR III Sonraki

HA MİNYATÜR HA KAMERA

Dulkadiroğulları’ndan bir adam Bingöl civarında bir mezattan Firdevsi’nin Şehnamsi’ni alıyor. Tabii adam ne aldığını bildiği için gizli saklı götürüyor. Bunun Şehname olmasıyla çok ilgisi yok diyebiliriz. Kitap, aynı zamanda minyatür çizimlerle dolu. Yazılı şiirlerden sonra hikayeye uygun çizimler yapılmış ve dolayısıyla minyatürlerde çeşit çeşit karakterler de yer alıyordu. Adam, bu karakterlerden kiminin üstünü karalıyor, kimini daire içinde işaretliyor ve kiminin ise boyunlarını çiziyor. Yani canlarını alıyor. Çünkü bir suret söz konusu ve kendisine göre bu caiz değildi. Bu hareketi bir yandan takdir görürken diğer yandan saraydan bunun bilgisi alınınca paşa divanına çağrılıp sürgün cezasına çarptırılıyor ve döve döve şehirden atılıyor.
Buraya kadar bir kıssadan hisse okumuş zannına kapılmış olabilirsiniz. Aynı zamanda tarihi bir metin de sanılabilir ya da aklıma geldi yazdım bir yere bağlayacağım ama gözden kaçırdığım birtakım ayrıntılar görüldüğünden benim bilmediğim daha farklı bir metin şeklinde algılandı diyelim. Aslında hiçbirinin bir önemi yok. Ne anlattığım esastır, desem olmayacak. Nasıl anlattığım esastır, desem yine olmayacak. Neyi anlattığınla beraber nasıl anlattığın da eşit derecede esastır, demek zaten yetmiyor. Öyleyse, neyle anlatıyorsam o esas olan odur, demeye getirebilirim lafı. Bu yazıyı yazmak için teknik olarak açtım bilgisayarı ve boş bir word dosyasına “yazı”yı kullanmak suretiyle (210 x 297 mm boyutunda beyaz bir kağıt kullanırmışçasına) anlatmaya başladım. Neydi?
Dulkadiroğulları’ndan bir adam mezatta Şehname’yi alıp içindeki minyatürleri birtakım karalamalar, işaretlemelerle inancı itibariyle hükmünü ifade ediyor ve buna karşın yaptığı hem tasdik edilirken hem de paşa divanında hesap vererek cezalandırılıyor. Yazıya görsel katkı yapmak adına, Gazneli şairlerin meclisi ve Firdevsi’nin namaz kıldığı bir minyatür ekliyorum.


Kaynaklara göre yukarıdaki minyatürde Firdevsi, zamanının büyük şairleriyle atıştığından şöhret kazanmış ve ustalığını kanıtlamak üzere Gazneli şairlerin de bulunduğu bir bahçede Sultan Mahmud’un huzuruna çıkıyor. Tabii biz bunları, sanatçıların; ellerindeki deri ve kamışlar aracılığıyla ortaya çıkardıkları eserler vasıtasıyla öğreniyoruz. En azından bize kadar ulaşanlardan bir kısmını diyelim. Burada bizi ilgilendiren kısım, neyin neyle anlatılabildiğidir. Yani minyatür sanatçıları özelinde düşünürsek onlar, yaşadıkları dönemin imkanlarını kullanabildikleri ölçüde bir şeyler kaydettiler. Haliyle bu imkana sahip olup kendisini kabul ettirebilenleri ve öyle ya da böyle yazdıklarına halihazırda ulaşılabilmesi mümkün olanları muhatap alabiliyoruz. Bir karış deriye, bir parça kamışla aktarılmayan eserleri “söz”, diğerlerini ise “yazı”yla karşıladık. Dolayısıyla herhangi bir vasıta gerektiren eserlerin kaydolduğu yere göre de çeşitli anlayış yöntemleri geliştirdik. Doğal olarak bunları da muhatap olduğumuz eserin, üretilirken kaydedildiği yer ne/re ise onu kullanarak ifade edebildik. Ha kamışla deriye, ha kalemle kağıda, ha bilgisayar/telefonla worde vs. yazmak gibi. Araçlar, mevcut imkanlara göre değişip gelişiyor ve miadı dolanın yerini başka bir şey alıyor. Kendi içinde, doğal halinde seyreden bir sürece kimin, nasıl bir müdahalesi ve itirazı olabilir? Bu, gerçekten bir soru, retorik yapmıyorum. Şimdi, minyatür özelinde konuşmaya devam edelim.
Minyatürün, üç boyutlu bir tasvir sanatı olmadığı için kabul gördüğünü biliyoruz. İki boyutlu oluşunun temel nedenlerinden biri İslam inancına göre insan suretinin çizilmesine yönelik kaidelerdir. Bu yüzden sanatçı, karakterlerin özelliklerini daha çok sembolik anlam taşıyan kıyafetler, eşyalar, renkler aracılığıyla veya karakterin resimdeki boyutuna göre öne çıkararak veya yalnızca bir figüran ise uzakta tutarak aktarabiliyor. Burada, bu çizimlerin yazılan metne olumlu-olumsuz etkisi ayrıca tartışılabilir elbette. Ancak bunu, konumuzun asıl meselesinden uzaklaşmamak adına sonraki yazılara bırakmak daha iyi olacaktır.
Netice itibariyle diyebilirim ki bugün bir kayıt aracı olarak kamera, MÖ bir papirüse çizilen minyatürden çok da farklı değildir. Yani minyatür sanatı ne kadar kabul edilebilir bir araç olduysa kamera da o kadar kabul edilebilirdir, demek zor olmamalıdır. Açıkçası bunun da bir sürece tâbi olduğunu ayrıca anlatmak için kamera gerekmiyor. Çünkü inandığım şeye ikna etme niyetiyle kamera kullanıyor değilim. İşlev olarak neyi neyle anlatmam makulse onu kullanıyorum. Buna karşın, minyatürlerdeki karakterlerin boynunu çizen adam, bugün Yengi Mecmua adresindeki videolarda benim de boynuma bir çizik çekmeye niyetlenecektir. Bunda bir beis görmüyorum tabii. Fakat, ne yazık ki, bugün o çiziklerden sadece efekt olur. Mühim olan karşıma geçip boynuma o çiziği neden attığını izah edebilmesidir.


Önceki Sonraki

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İptal Yorum gönder

keyboard_arrow_up