menu Menü
Logo Yengi Mecmua

Sahra-yı muhabbetde o divanelerüz kim

Mecnun-ı melametzede en akilimüzdür



ÇİZECEKSİN Önceki HA MİNYATÜR HA KAMERA Sonraki

TARİHİN ŞAFAĞINDA BİR GUTENBERG MESELESİ

Yazının tarihsel ve sosyolojik rolünü/hususiyetini tabir ve tasvir etmek her ne kadar zor olsa da George William Friedrich Hegel’in kısmen Spinoza’dan iktibas ettiği “her olumlama bir olumsuzlamadır” terkibine başvurulabilir. Yazı, ifadenin (énoncé) belli göstergeler aracılığıyla uzama dökülerek ses, gösterge ve gösterilen terkipleriyle inşa edilen bir sistemdir ve bu sistem sözcelerin belli şekil ve simgelerle olumlanması ve doğrudan sınırlandırılmasıdır. Yazı adı altında belli şekillere/göstergelere bürünen zihin faaliyetleri araç olarak kullanılan bu iletişim/bildirişim aracının formelliğinden kurtulamayacak ve ona tabi olacaktır. Düşünsel faaliyetler de direkt olarak bu unsurun esas olmaklığıyla karşılaşacaktır.  Her ne kadar yazılı kültür mensupları McLuhan tarafından “bireyselleşmiş ve bilinci yok olmuş” ifadeleri ile tariz edilseler de sözlü kültürün taşıyıcılığına alternatif olarak yazılı kültür toplumsal kodları dönüşüme uğratmıştır.

Matbaa da tam bu noktada iletişimsel devrimlerin ana arterlerinden birisi olarak “Gutenberg Devrimi” adıyla tarihe geçmiş ve Modern Avrupalı öznenin bilgi ile kurduğu ilişkiye yeni bir seyir kazandırmıştır. Bu gelişim çizgisi içerisinde barut, pusula ve matbaanın yeni dünyanın anahtarları niteliği kazanması askeri, coğrafi-ekonomik, politik sosyolojik gelişimin kapılarını aralamıştır ve bu üç unsuru efektif kullanan uygarlıkların yeni güç odakları olacakları/oldukları da bilginin uygarlık düzeyinde ulaştığı kritik noktanın göstergesidir. McLuhan bu süreci matbaa ile beraber kolektif bilinci zayıflayan toplumların bu basım çağında evlerine çekildiği yönünde beyan eder. Öyle ki Avrupa’da yükselen nasyonal/ulusçu akımların yayılması da insan elinden çıkan tekniğin onu yeni baştan değiştirdiğinin örneğidir. Sözlü kültürün akabinde fonetik alfabe ve matbaa ile iktidarını pekiştiren yazılı kültür “bireyselleşmiş insan”ın da başlangıcıdır denilebilir zira bilgi alma/bilgiye ulaşma imkânı yine insanın kendisi iken teknik vasıtasıyla çoklu üretim yani bu dönem için matbaa bilginin ulaşım yollarını arttırdığı gibi umuma tahvil edilmiş bir eserin/eserlerin yorumunu da açık hale getirmiştir.

Oynar harfli matbaa tüm bu etkilerinin ötesinde bir zihniyet değişimin başlangıcıdır. Walter Benjamin’in aura kaybı olarak nitelendirdiği birden çoğa doğru açımlanan sanat eseri ya da en genel anlamıyla eser bir anlamda müellifinden koparılarak muhatabına teslim edilmiştir. Halkçı temayüller için olumlu karşılanabilecek bu ve bunun gibi sonuçlar öte yandan Heidegger’in, Jacques Ellul’un da eleştirdiği tek tip (uniforme) toplumların da önünü açacaktı. Matbaa öncesi dönemde kitabın bizatihi kendisi tikel/hususi bir bilgi aracı iken matbaa kitabın tümele/umuma ait olduğu paradigmaya öncülük etmiştir. Kilisenin bilgiyi de sınıfsallaştıran politikaları matbaa ile kırılmış ve kadim bilgi = kilise yeni bilgi=matbaa gibi bir denklem kurmuştur.

Yarı hissi yarı fikri bir yerden konuştuğum kabulüyle matbaanın Osmanlı Devleti’ne geç gelmesinde birtakım tarihçilerin tarihsel ve sosyal olguları göz ardı ederek salt dönemsel bir yaklaşımla meseleyi basite indirgediğini ifade etmek istiyorum. Batıda değişen bir epistemolojinin tekabül ettiği “kitap” ile Osmanlı’daki “kitap” arasında dağlar kadar fark vardır. İslam toplumunda bilgi/ilim sınıfsal yani muhatapları belli iken matbaa da kitap demokratik bir araç haline gelmiştir. Bu bağlamda, matbaa zihinsel bir devrimin ta kendisidir. Önceki yazıda da ifade ettiğim üzere matbaa evvela sokağı aydına götürmüş akabinde de aydını sokak adamına sığdırmıştır.

Mevzunun edebi veçhesine gelecek olursak Homeros’tan itibaren anlatı geleneğine dayanan edebiyat Doğuda da Batıda da ozanların ve çalgıların eşliğinde şekillenmişken fonetik alfabe ve özellikle matbaa söylemek üzerinde inşa olunan şiirin redif, kafiye ve söz sanatlarında kesin bir dönüşüme gitmesine sebep olarak onu okunan bir metine dönüştürmüştür. Bu haliyle şiirin ayırt edici vasıfları törpülenerek Heidegger’in “çerçeveleme” olarak nitelediği tekniğin ötesinde düşünmeme durumuna maruz kalmıştır. Şairinin/ozanın dimağında ya da sazında tezahür eden şiir artık kalem ve kâğıt ya da onların işlevini görmeyen aletler olmaksızın hareket sahası bulamaz hale gelmiştir. Artık insanın düşünme ve yazma sınırları tekrar çizilmiş ve bilginin kullanım formlarından yeni tipografik insana kadar yeni dünya matbaa ile kurulmuştur.

“Teknoloji hiçbir şeye tapmaz, hiçbir şeye saygı duymaz; tek bir rolü vardır: soymak, kabuğunu kırmak, netleştirmek, sonra rasyonalize ederken kullanmak, her şeyi bir araca dönüştürmek.”

JacquesEllul


Önceki Sonraki

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İptal Yorum gönder

keyboard_arrow_up