Hakan Şarkdemir, Pound’u Dante Alighieri çizgisine çeker.Daha doğrusu çizgiyi Dante’den çeker. 90’larda şiir yazan ve aynı zamanda poetik metinler üreten şairlerin ortak noktası çizgi çekmek. Buradaki çizgiyi bir sınır olarak algılamamak gerek. Bu çizgi tarihsel bir çizgidir. Başlangıç noktası belli olan ve sonu şimdiye uzanan. 90 kuşağının içine düşmeyi kabul etmeyeceği fakat pençesinden de kurtulamayacağı tarihsel okumanın bir ürünüdür. Bu gayet anlaşılabilir bir durum. Hatta gereklidir de. Süleymaniye Camii’nin temelini güçlendirmek için antik kalıntı sütunlarını kullanan Mimar Sinan’a hangimiz kızabiliriz? Burada çizgiyi iyi çekmek lazım.
Dante, çoğumuzun bildiği üzere yapılmayanı yapar ve şiirlerini halk dilinde kaleme alır. Latinceyi değil İtalyancayı tercih eder. Halkın okuma yazma oranı göz önüne alındığında bu neredeyse delicedir. Şair delilik gömleğini çantasında taşır. Bu böyledir. Platon’un ideal devletinde yeri olmayan Vergilius ile bir yolculuğa çıkar. Şarkdemir, bunu bir siyasi intikam olarak algılar. İktidara karşı açıktan bir meydan okumadır bu. Halkın olmadığı bir yerde benim yerim yok demektir. 90 kuşağının halk algısı da tam olarak burada yatar. Halkın olmadığı yerde olmamak. Halkın dilinden çoğalan bir dil kurmak.
Bu tarihsel okumayı Dante’den Miguel de Cervantes’e uzatır Şarkdemir. Yani bir başka anti-kahramana. Şarkdemir’in Don Kişot üzerine yaptığı değerlendirmede Don Kişot’un kütüphanesinin tasnifi daha doğrusu tasfiyesi dikkate değerdir. Bu tasfiye girişiminden Cervantes’in türünün ilk örneği bir eser verdiğinin bilincinde olduğunu ileri sürer. Cervantes’in çektiği çizginin gayet bilinçli bir çizgi olduğu açık. Fakat kahramanda değişimler söz konusu. Kahraman şanlı şövalye anlatılarından çok uzaktır. Artık esas kahramanlık şövalyeleri ti’ye almaktır. Burada biz de bir çizgi çekelim.
Bu noktada, bu düşünceyle benzerlik ve beraberliği açısından Hakan Arslanbenzer’in Süleyman Değirmi Monologlarını öne sürmek bir tür kolaycılık olacaktır. Eğer işimiz gerçekten çizgiyi çekmek ise. Arslanbenzer’in Bir Müslüman Kadınına şiirine bakalım:
Hiçbir üzüntüm yok yüzüne karşı
Seni sevdim suçla somurtarak bu suratla
Korku dersen iki çıplak bence korkmamalıdır
İki aç
İki sokak köpeği
Bir karı ile bir koca
Biliyorum aşk diye tanınmaz dava-yı islam burada
Yine de üzüntüm olmaz yüzün bana karşı varsa
Aslında bu bendi burada kullandıktan sonra pek de bir şey söylememek gerekir fakat yine de dalgın okuyucu için söyleyelim. 90 kuşağı şiirinde gelip giden personalar normalliğin zirvesindedir. Neredeyse hiç kimsedirler. Normalliğin zirvesi fark edilmemekle ödüllendirilir. Cervantes; normali, anti-normale taşıyarak kahramanlıkla alay etti. Kahramanlık algısı olarak birbirleriyle uyumlu gözükseler bile 90lar epik şiirini çizgi dışına taşıyan yer burada yatar. Kahraman, modern çağda normal kalabilendir. İs ve çamura bulaşan kişidir. Helal kazanan kahramandır.
Ezra Pound’a kadar Dante’nin öne çıkan bir halefi yoktur der Şarkdemir. [3] Dante’den çekilen çizgiyi Pound’a getirir. Pound, eskiyi şimdide üreten bir yapı şairidir.[4] Burada üstünde dikkatle durmamız gereken kelime elbette yapıdır. Büyük yapıyı inşa etmek için dünya mirasına ait tüm kalıntıları şiirinin temeline yerleştirmiştir. Bu yerleşimi tıpkı bir montaj olarak görmüştür. Parçaları bir bir büyük yapıyı kurmak için bir nevi kullanmıştır. Temelini sağlamlaştırmak, anlatısını güçlendirmek için bunu bir araç olarak görmüştür.
Pound, ortak bir miras tahayyül etmiştir esasen. Antik Çin şiirinden, Homeros’a oradan Trubadur şairlerine kadar olan yolculuğu bunun büyük bir göstergesidir. Hacimli eseri olan Kantolar’a, Homeros’un Odysseia eserinin XI. Bölümünü uyarlayarak başlar. Çin şiiri ya da Homeros arasında bir ayrım yapmaz. Rüya ülkesini kurabilmek için bütün bu gelenekleri birer aracı olarak görür. Fakat bu ülkenin inşasını sekteye uğratacak en büyük tehlike faizdir. Faiz karşıtlığı onu anti-semitist ve faşist kılar. Amerika’yı terk etmesini faiz karşıtlığıyla bağdaştıranlar da vardır.
Pound, tam anlamıyla batı şiiri için bir kavşaktır. Arkasında biriken büyük bir dünya geleneğinin tabiri caiz ise suyunu çıkarır ve gelecek kuşaklara “buyurun içebilirsiniz” der. Pound, mirasyedi mi yoksa miras koruyucusu mu bunu başka bir yazıda konuşmak gerek. Belki de bu ikisi, bir noktada aynı şeylerdir.
Romantik şairler uzun bir süre kıta Avrupa’sını domine ettiler. Pound, temelde bir romantik değildi. Fakat Octavio Paz, Pound’un klasik metinlerle kurduğu yakın ilişki üzerine Pound’u bir şekilde romantiklere dahil eder.[5] Paz’a göre Ezra Pound’un da içinde ara ara bulunduğu Romantizm sonrası Avrupa Avangard akımları romantikliğin rengine boyanmışlardı.[6] Pound’u klasik metinlerle kurduğu ilişki üzerinden romantiklerin tamamen bir parçası haline getirmek haksızlık olur. İmgecilik ve Girdapçılık akımlarına fiilen dahil olur fakat daha büyük bir şiir kurmak için yeni bir Epik söyleme geçer.
Bu yazının imkanları neticesinde Pound’u ancak bu kadar değerlendirebilirim. İlgili karşılaştırmayı yapabilmemiz için bu kadar ön bilgi yeterli olacaktır. Pound’un tüm eserleri Türkçeye çevrilmediği halde şiir anlayışı ve epik dinamikleri neticesinde Türk şiirinde etkisinin büyük olduğu düşünülür. Yani en azından bir mihenk taşı olarak kabul edildiği zannedilir.
Hakan Arslanbenzer ve Neo-Epik şiire önceleri ya da şimdi sempati besleyip bu geleneğin içinde yer alan şairler için Ezra Pound’un yeri önemli. Fakat bu önem yalnızca tarihsel okumanın getirdiği bir önemden ibaret. Bugün Ezra Pound’un Türk şiiri üzerinde ciddi bir etkisinden bahsedemeyiz. Yalnızca cılız bir etkiden bahsedebiliriz. Bugün kendini epik şiirler yazan şairler olarak tanıtan veya kendini bu şekilde tanıyan/tanımlayan şairlerin dahi üzerinde ciddi bir etkisi yoktur.
Pound, İngilizce Epik şiir için vazgeçilmez bir kavşaktır. Avrupa ve Amerika şiir geleneği açısında yeri yadsınamaz. Fakat Türk şiirinde durum pek de böyle değildir. Ezra Pound ile en içli dışlı olan Neo-Epik şiir geleneğinde bile bu etkiden ancak cılız bir biçimde bahsedebiliriz.
Neo-Epik Şiir faiz karşıtlığı, konuşarak şiir yazma, imge anlayışı ve dramatik monologlar ile Pound ile ortaklık taşır. Taşıdığı benzerlikler genel hatlarıyla sadece bunlardan ibarettir. Neo-Epik şiir hikayesini gündelik olandan alır. Formunu gündelik olanla işler ve aşırı normal kahramanlarla ilerler. Neo-Epik şiirin en kahraman ve yine en zayıf personası belki de babadır. Bu durum bir şekilde Neo-Epik şairler arasında ortaklık taşır. Neo-Epik şiirin fiziksel anlamda hacimli bir şiiri hedeflediği söylenemez. Fakat konuşmanın getirdiği imkanlarla birlikte uzun şiiri de sever. Bu şiirlerde bir takım nutuk ve eleştiriyi de barındırır. Siyasi ve dışraktır. Destansıdır fakat klasik anlamda bir destan yazmak niyetinde değildir. Donuk ve işlevsiz bir mermer sütun değildir fakat mermer sütunun güzelliğini de inkâr etmez. Şiirin bir karşılaşma olduğuna inanır. Şiir bir tür hayret ya da hayranlık ifadesidir.
Çizgiyi çok daha fazla taşırmadan penaltı noktasına gelelim. Bugün kendini Epik şair olarak niteleyen ya da Neo-Epik şiir geleneğinden bir şekilde etkilenmiş şairler üzerinde Pound yalnızca öğretici bir deneyimdir. Direkt olarak şiirlerine etkisi cılız belki de işlevsizdir. Günümüzden geçmişe etki bakımında bir çizgi çekecek olsaydık bu çizgiyi Mehmet Akif’e, Tevfik Fikret’e, Cenap Şahabettin’e, İsmet Özel’e ve İkinci Yeni’ye çekmek daha doğru olacaktır. Belki de Mallarmé, Rimbaud ve Baudelaire’in etkisi Pound’dan daha çok olabilir Neo-Epik şiir üstünde. Bunu da başka bir yazıda konuşmak gerek. Çizgilerimiz zikzak çizise de, doğru noktaya uzanacaktır.
1.Hakan Şarkdemir, Kahramanın Dönüşü, s.23, Ebabil yay., Nisan 2008
2.Hakan Arslanbenzer, Çok Üzgünüm, s.57, Okur Kitaplığı, Şubat 2013
3.1 .dipnota bakınız
4. Efe Murad, Ezra Pound-Kantolar, s.807, Yapı Kredi yay., Ocak 2020
5. Octavio Paz, Çamurdan Doğanlar, s.151, Ketebe yay., çev:Kemal Atakay, Eylül 2020
6. Octavio Paz, Çamurdan Doğanlar, s.152, Ketebe yay., çev:Kemal Atakay, Eylül 2020
7.Hakan Arslanbenzer, Üç Sütun: Şiir Hikaye Eleştiri, s.12, Okur Kitaplığı, Mayıs 2013