menu Menü
Logo Yengi Mecmua

Sahra-yı muhabbetde o divanelerüz kim

Mecnun-ı melametzede en akilimüzdür



MATBAANIN GÜCÜ, GÜCÜN MATBAASI Önceki KÖTÜ ÇIKAN YANIMA RAĞMEN Sonraki

KAYIT MERKEZLİ OKUMA: NURCULUK BİR TÜR YAYINCILIK BAŞARISIYDI

Şiir bize açıklar.

İki gün ağlarız. Üçüncü gün yaşamamız gerektiğini bildiğimizden şiire döneriz. Şiir, bize neyi var edemediğimizi açıklar. “Heh” deriz ama rahatlamayız. Çünkü her an bir şeyler kayıt altına alınır. Bu kayıt devamlılığının içerisinde dondurduğumuz şiir, her an tazelenerek biraz daha geçmişte kalır. Dolayısıyla şair, terennüm etmekten kurtulamaz. Ben mesela, şiiri bırakacağım günü, öleceğim günü bekler gibi bekliyorum. Çünkü ölüm, insanın kayıt altında oluşunun sonudur. Biz şairler için de şiiri bırakmak, kayıt altına alışın sonudur. Ölünce başka insanların kayıtlarındaki izlere dönüşürüz.  Varlığımız kayıtla başlar, kayıtla biter. İsrafil’in durduracağı şey, kayıtlardır. Sonrasında kaçışmaya başlarız.

Kayıt merkezli düşünce, yukarıda da görüldüğü üzere yalnızca edebiyatımızın yahut şiirimizin daha doğru anlaşılmasına yol açmaz. Nitekim bütün ilimlerin ve hatta incelenmesi gerek her şeyin kayıt merkezli düşünceden alacağı bir pay vardır. Mesela bugün doktora gittiniz, bağırsağınızda ciddi bir sorun tespit edildi. Hekimlerin bu durumda yapacağı işlemlerden biri kıçınıza kamera sokmak olacaktır. Kayıt ve yayın teknolojilerinin, tıptaki görüntüleme teknolojilerine etkisini tartışmayacağız elbette bu yazıda. Bu müstesna anekdotu, yalnızca kayıt teknolojilerinin birçok alanda devrime yol açtığına içten bir örnek olsun diye buraya aldım. Konuyu hemen değiştireyim. Zira daha tehlikeli sularda yüzmek istiyorum.

Yüzmek istediğim tehlikeli sulara gelince… 1927’de el ile yazılıp çoğaltılmaya başlanan Risale-i Nur eserlerinin sayısı, 1940’lı yıllarda 600 bin adete ulaşınca Osman Yüksel Serdengeçti, “İman tekniğe meydan okuyor.” demiş. Evet, konuya Serdengeçti’nin bu ifadeleriyle giriş yapacağız. Başlamak içinse şu soruları sormak gerekiyor sanırım:

  • Şayet matbaa olmasaydı, Türkiye’de 600 bin adet kitabı okuyacak okuryazar bulunabilir miydi?
  • Teknik, 600 bin adet kitap tab edecek kudrete sahip olmasaydı, “Ne olursa olsun 600 bin kitabı üretebiliriz.” inancı oluşacak mıydı?

Demek ki el yazısının eli dahi matbaanın ürettiği zihin iktisadıyla güçleniyor. Demek ki Risale-i Nur eserleri,  yazılsalar dahi matbuatın zihin iktisadı etkisiyle okuyucu ile buluşmuş. Burayı uzatmayacağım. Yukarıdaki sorular ve bu soruların cevapları pek de önemli değil. Aslında önemli de… Konumuzla çok yakından ilgili değil. Zaten daha sonra (Tabii bunun çok satılmasıyla ilgilisi var.) Risale-i Nur adı verilen eserler matbaa ile çoğaltılmıştır. Ancak burada şunu görmek gerekiyor: 13 yıl kadar kısa bir sürede el ile yazılmış 600 bin adet eser üretilmiş. Buna matbaanın katkısı olsun ya da olmasın (olmaması imkannsızzz), ilkin bir yayıncılık faaliyeti başarısından söz etmek gerekiyor. 40’larda iktidarın, çeşitli dini grupların yayın araçlarına ulaşımını kısıtlamış olmasına rağmen.

Üstelik Nurculuğun bir matbuat başarısı olduğunu ifade etmek için sunacağımız örnekler bunlarla sınırlı değil. Nur cemaatinin bir şubesi olan Yeni Asya grubunun gazetesinin şöyle bir spotu var: “Asrın müellifi Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin telif ettiği Risale-i Nur’ların medyadaki katıksız dili olmaya özen gösteren Yeni Asya, sağduyulu çizgisinden ödün vermeden ‘doğrunun yanında haklının sesi’ olarak milletimizin gönlünde taht kurmuş bir misyon gazetesidir.”

Bu alıntıdaki anahtar ifademiz “asrın müellifi.” Daha önce hiç kimsenin sahip olmadığı bir sıfat. Halefi kitapları olan bir şeyh için çok doğru bir ifade bana kalırsa. Şeyh-mürit ilişkisinin yerini metin-okur ilişkisine bıraktığının en somut göstergelerinden biri. Tabii Nurcular pek çok fraksiyona ayrılmışlar. Hepsinin teker teker matbuatla ilişkisini kurmak, bir dergi metni için abes olacaktır ancak yukarıda bir fraksiyon olan yazıcılığın dahi yazılı kültürü değil basılı kültürü sürdürdüğünü bir şekilde ima etmiştim zaten. “Varın diğerlerini siz hesap edin.” demiyorum tabii…

Matbuat faaliyetlerinin hızla geliştiği, dilde sadeleşme projelerinin sürdürüldüğü, harf inkılabının yaşandığı bir dönem için tarikat geleneğini, metin merkezli bir cemaate dönüştürmek, nereden baksan zor bir iş. Ancak siyasi alt yapı ve çağın icbarı da malum. Bir yandan da tabii bir dönüşüm yani. Ancak çok büyük bir güç merkezi oluşturması, tek şeyhe bağlanılması gibi tek kitaba, tek metne bağlanılması da bir o kadar sorunlu bana kalırsa. 

Lafı şuraya getireceğim. Youtube ya da bireylerin video yayın yapabildiği dijital platformlar, Müslüman gruplar arasında yine ilk Nurcular tarafından kullanıldı. Sözler Köşkü, Hayalhanem, Çay House gibi kanallar bu hususta örnek gösterilebilir. Bu kanallar ilk etapta çok yoğun ilgi görmüştü hatırlarsanız. Hatta makul bir izlenimleri vardı. Gerek AK Partililiğin çok daha inandırıcı olduğu yıllar olması sebebiyle, gerek Müslümanların ekranda Müslüman görme sebebiyle yaşadığı heyecanla, gerekse de FETÖ’nün henüz terör örgütü ilan edilmeyip diğer Nurcu gruplara bok sıçratmamasıyla açıklanabilir bu durum.

Ama bence şöyle:

Hem matbuatın hem de cumhuriyetin ateşli dönemlerinde çok iyi organize olup yazılı yahut basılı eserler üretilebilen bir grup vardı. Bu grup için en önemli şey, şeyhleri ve şeyhlerinin halefi olan kitaplarıydı. İnsanlara ulaşmakta uzmanlaşan bu grup, şeyhlerinin kitaplarını büyük bir hızla yayabiliyordu. Daha sonra matbu kültür bir krize girdi. Yeni kayıt türleri ortaya çıktı. Ve gelişkin bir yayma alışkanlığına sahip olan grup, şeyhlerinin kitaplarındaki düşünceleri, bu yeni kayıt kültürü içerisinde yaymaya başladı. İlk etapta yoğun ilgi gördü. Çünkü bu grubun izleyicileri de video kültürüyle değil matbu kültür ile yetişmiş çocuklardı. Video kültüründen habersizlerdi. Türkiye’de ne zaman ki adam akıllı bir video kayıt kültürü oluştu, Nurcuların, matbu kültür dolayısıyla oluşan zihin iktisadı, video kültüründe işlememeye başladı. Nitekim yeni içerik biçimlerine ne kadar adapte olmaya çalışsalar da yaptıkları parodi içerikler dolayısıyla hem komik durumda düştüler hem de basitleşmek durumunda kaldılar. Bütün bunları kabul ederler mi bilmiyorum ama en azından şeyhlerinin halefi olan kitapları sebebiyle takındıkları ciddiyeti video kültüründe aynı oranda koruyamadıklarını söylersem bana hak verenler olacaktır. Burada çeşitli yayın platformlarında içerik üreten Nurcuların tamamen kötü içerikler ürettiğini de söylemek yanlış olacaktır. Hepsinin hala dişe dokunur bir kitlesi var neticede. Ancak umumun faydası için sadeleştiler sanki diyorum yani. Gazeteyle birlikte -umumun yararı için- dilin basitleştirilmesi gibi bir durum. Çeşitli evlerde video kurgulama kursları vermeleri vs. de eski örgütlenme biçimlerini hala muhafaza ettiklerini gösteriyor ayrıyeten.

Not: Said-i Nursi’nin esasında “şeyh” olarak anılmadığı, “üstad” olarak anıldığı malumdur. Hatta Büyükkara Hoca’nın “ıslahçı” tabiri de yazı içerisindeki şeyh kelimesi yerine tercih edilebilirdi. Ancak Said-i Nursi’yle neyin değiştiğini anlatan bir yazı kaleme aldığımız için, bu yazıya mahsus olarak, onu şeyh olarak andık.

kayıt nurculuk


Önceki Sonraki

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İptal Yorum gönder

keyboard_arrow_up