menu Menü
Logo Yengi Mecmua

Sahra-yı muhabbetde o divanelerüz kim

Mecnun-ı melametzede en akilimüzdür



KAYIT MERKEZLİ OKUMA: NURCULUK BİR TÜR YAYINCILIK BAŞARISIYDI Önceki MUSA MÜ GÜNERİGÖK ŞİİRİ POESİA NEGRA Sonraki

KÖTÜ ÇIKAN YANIMA RAĞMEN

Yazının kazandırdığı deneyimi bir kenarda tutarak (iterek değil) kamerayı kayıt aracı yapmaktan ne anlıyoruz? Yazı, neyimize yetmiyor? Son 5 sayıyı bu soruların çevresinde dolanan kayıtlarla atlattık ve yine bundan sonraki birçok sayıda da aynı sorulara cevap arayacağız. Çünkü artık kaşıntımız geçti, kanırtıyoruz.

Kameranın, edebiyata dahil olup anlatım aracına dönüşmesiyle yazı merkezli kayıtları yeniden okumak hiç de fena bir fikir gelmiyor her defasında. Aslında derdimiz yazıdan çok kamera olduğundan güzel çıkan yanımızla da ilgileniyoruz diyebilirim. Yani, videoyu başlatıp ekrana karşı dümdüz bir şeyler anlatıyor değiliz. Daha evvel de söyledik; ezberleyip aktarmak üzerine mesai harcamıyoruz. Güzel görünmeliyim bir kere ve çıplak sesimi, mimiklerimi kontrol etmek, gerektiğinde mekanı buna uygun hale getirmek vb. gibi unsurlara dikkat etmeye çalışıyoruz. Bunların toplamında acemi mi göründük yoksa neyi amaçladığımıza mı dikkat çekildi? Ya da “bir şeyler yapıyorlar ama…” gibi bir ifadeyle geçiştirildik mi?  Şükür ki her şey yerli yerinde seyrediyor. Ama alışkanlık kazanmadıkça kamera tereddütle açılıyor. Kendimizi hala yabancılıyoruz ve bir süre daha böyle süreceği kesin. Nitekim, güzel çıkan yanımızla kameraya bakıp gülümseyerek fotoğraf çektirmekle yine kendine bakarak hikaye anlatmak ayrı ve konfor alanını daraltan bir pratik. Ayrıca, kendimize bakmaktan kastım, o an herhangi açıdan kayıt yapılıyor olmasıdır. 

Buna göre yazı yazmak elbette daha basittir demiyoruz ancak yazının yetmediği yerde nasıl ki sinemaya, (özellikle sözsüz) müziğe, tiyatroya, heykele, resme vs. ihtiyaç duyuyor ve onları makul görüyorsak bizim yaptığımız işlerin de karşılığı muhakkak olacaktır. Üstelik, eserlerin ortaya çıkış anını gözlemlemek mümkün.  Bu, hiç olmayacak kadar kıymetli ve kayda değer bir imkandır. Bugün birçoğumuz çeşitli sahne sanatlarına ait backstage kayıtlarını zevkle izliyoruz ve hatta kimisi viral oluyor, masalarda konuşmaya devam ediyoruz. Kamera arkasına ilgi duyarken aynı zamanda kamera önünde olanlar hakkında başka şeyler söylüyor, tartışıyoruz.  Mesela Nuri Bilge’nin Ahlat Ağacı kamera arkasında Bennu Yıldırımlar’a ve Doğu Demirkol’a direktiflerini filmi izlemeyenler de biliyor artık. Peki, bu nokta itibariyle biz, kamera önünde mi yoksa arkasında mı olduğumuzu da tartışırken senaryo metniyle ne kadar ünsiyet kurabiliriz? Öte yandan Charlie Chaplin filmleri ve söze karşı varlığını sürdüren sözsüz müzik var. Elbette birinin varlığı diğerinin itibarını zedelemeye yaramıyor, aksine; ortaya çıkışları kendi içlerinde ayrı birer değer yaratıyor. Yani sözle ve söze rağmen varlar. Dolayısıyla mevzubahis uğraşımızı doğal seyrinde farklılaşan estetik ve etik kavramlara göre konumlandırıyoruz. Kısaca, ekranda çirkin görünmek ve dijital ortama kaydettiğimiz iğreti seslerimizi kötü bulup alternatif olarak yazı yazmayı tercih etmek arasında rahatsız edici ne varsa, onlarla ilgileniyoruz. Kimse ağzı var diye konuşmadığı gibi her ağzı olan da konuşamıyor. Kameranın yazıdan farkı bir bakıma da böyle açığa çıkıyor.

çıkan Kenan kötü Yanık yanım


Önceki Sonraki

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İptal Yorum gönder

keyboard_arrow_up