menu Menü
Logo Yengi Mecmua

Sahra-yı muhabbetde o divanelerüz kim

Mecnun-ı melametzede en akilimüzdür



AFGAN DEYİP GEÇMEYELİM Önceki BİR KAMERA BİR TRİPODA YENİLECEKSİNİZ Sonraki

BİZ NAPIYORUZ?

Yengi çıktığından beri ilgi sahiplerinin okuduğu bir dergi. Fakat bu okurlardan bazıları Yengi’de olanları anlamış bazılarıysa anlamamış görünüyor. Bu sebeple ne yaptığımıza dair bir yazı daha kaydetmek istedim.

Yengi’nin temel iddialarından biri yazının bir kayıt vasıtası olduğudur. Yengi, kayıt vasıtası olmak açısından hafıza ile yazıyı ayırmaz. Dolayısıyla kayıt vasıtası olmak açısından video ile yazıyı da ayırmaz. Aslında biz ne yapıyoruz sorusunun cevabı, süreci analiz ediyor ve süreci kendimize dahil ediyoruz olmalıdır. Bu sebeple er ya da geç, insanlar yazdıklarımıza gelecekler. Yazdıklarımıza gelecek olmaları bir kibir ifadesi olarak anlaşılmasın. Yani “biz demiştik bakın, hepiniz geldiniz dediklerimize,” değil. Zaten bir süreç içerisinde buraya gelecektiniz. Elimizi taşın altına biz soktuk sadece.

Tarih toplumları, insanları, çevreyi kendi şartlarına zorlar. Kaydın bu şartlardan etkilenmemesi zaten imkansızdır. İstese de istemese de okur, bu duruma maruz kalır. İstese de istemese de yazar, bu duruma maruz kalır. Yani isteyelim veya istemeyelim hepimiz aynı gemideyiz. Varlık zeminimiz aynı suyun üzeri. Üzerinde olduğumuz suyu ya reddedeceğiz -ki bu imkansızdır- ya istemiyor görünüp o suda kalmaya devam edeceğiz -ki bu ikiyüzlülüktür- ya da gerçeği kabul edip kendimizi ve suyu tekrar tanımlayacağız ve burada tekrardan konum alacağız.

Söylemin gücü, medya vasıtalarına yeni taşınmadı. Yazarın sözünü medya vasıtaları yeni taşımıyor. Uzun zamandır yazara imkan tanıyan şey yazı üzerinden de olsa medyadır. Yani salt yazının dışında bir araçtır. Bu araç yazıyı kullandı ve yazının imkanlarına bir süre bağlı kaldı belki. Veya en azından yazı dışındaki imkanları teorik zemine taşımadı. Bu, üçüncü sayısı çıkan Yengi’nin temellerini atmaya çalıştığı şeydir işte. Yani belagati fiziksel alana taşımaya çalışmak, onun bu alanda da imkanını sürdürebilmesini sağlamak, aslında gelenekten tam bir kopuş olarak algılanmamalı. Aksine geleneğin sürdürülüşünün tek yolunun bu olduğunu söylemek durumundayız. Varlık zemini hakkında uzunca konuşmalı, felsefi tartışmaları edebiyata taşımalıyız.

Geçmişte var olan şeylerin tek geçer akçe olduğunu iddia etmek aslında yok olmaya razı olmak demektir. Biz belagatin, kaydın yok olmadığını söylüyoruz. Onun, varlığını bir başka teorik zeminde daha zengin bir şekilde sürdürebilmesi için yol açmayı deniyoruz. Bütün bunları yaparken de belagat tanımımızın zihinlerde alışılageldik belagatten daha geniş olduğunu, edebi kayıt tanımımızın zihinlerde alışılageldik edebi kayıt tanımlarından daha geniş olduğunu muhakkak belirtmek durumundayız.

Bir kayıt unsuru üzerinde uygulanan anlama biçimleri bir başka kayıt unsuru üzerinde de uygulanabilir. Örneğin yapısalcılık, kayıt başka zemine taşındı diye yok olmak zorunda değildir. Çünkü x anlama teorisinin ilgisi anlamdır, kaydın doğrudan kendisi değildir. Zannediyorum ki bu nokta da kaçırılmış görünüyor. Bizim, hermenötiğin, yapısalcılığın vs. işlerine devam etmesini engelleyecek bir şey yaptığımız söylenemez. Düz yazı, öykü, şiir gibi türlerin etkisi hangi kayıt zemininde daha güçlü kalacak, bunu göreceğiz zamanla. Ve hangi kayıt zemininde daha güçlü kaldıysa o kayıt üzerine yorumlar yapılacak. Eski anlam teorileri de mevcut kaydın üzerinde tatbik edilecektir.

Bugün insanlara ulaşacak olan şey, köşede kalmış üç yüz beş yüz baskı yapan bir derginin bir sayfasında yazıyla kaydedilmiş bir şiir olmayacaktır. Olsa bile az olacaktır. Söylem, yok olmak yerine aslında herkese çok daha hızlı ulaşmaya başlamıştır. Burada sorun, söylem ve kayıt unsuruna entegrasyonu iyi sağlayamayanlardadır. İnsanlara her şeyin anlık olarak “gösterildiği” veya “gösterilebileceği”, insanların anlık olarak istedikleri yerlerde bulunmuş kadar olabileceği bir gerçeklik zemininde kayıt kurgulamak zorundayız. Şair ölmedi. Ama matbaanın bastığı dergideki şiir can çekişiyor.

Son olarak, Yengi’de yapılanlar bir şiir seslendirme olayı değildir. Yengi’deki eserleri şiir seslendirmeleri olarak görmek baştan hatalı okumanın göstergesi olacaktır. Şiir seslendirmek ayrı bir şey, yeni kayıt araçlarıyla şiir üretmek ayrı bir şeydir. Yengi, belagatin fiziksel imkanını önerir ve bu, geçmiş dönemlerde de var olan şiir seslendirme meselesi değildir. Şiir seslendirmek denildiğinde, şiirin kağıt üzerinde olan şey olduğu kabulü vardır. Şiir, kağıt üzerinde yazandır ve seslendirilir. Halbuki biz bunun tam aksini iddia etmekteyiz. Biz, kaydın sürdürülebilirliğini, taşınabilirliğini dillendiriyoruz. Bu, kaydı yazıya hapsetmenin tam zıttıdır. Biz, geleneği reddediyor ve tamamen yepyeni bir kurulum öneriyor da değiliz. Aksine geleneği tümüyle sahipleniyoruz. Mesela bu satırları okuyanlar, sözlü geleneğin gücünü ve işlevselliğini, bir kayıt aracı olduğunu kabul ediyorlar mı? Maalesef matbaanın tahakkümüne çoktan razı olmuş ve boyun eğmiş olanlar sözlü kültürü dışlayalı çok oldu. Oysa biz bütün bunların bir “süreç” olduğunu söylüyoruz. Hepsini sahipleniyor, hepsinin aynı amaca hizmet eden farklı vasıtalar olduğunu ileri sürüyoruz.

Yengi’nin kalkış noktası “kayıttır.” Üzerinde yürüdüğü yol “süreçtir.” Bu kavramlar üzerinde iyice düşünmeden ve tarihsel gerçeklikler ile yüzleşmeden Yengi’nin iddiaları anlaşılamaz.


Önceki Sonraki

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İptal Yorum gönder

keyboard_arrow_up