Müslüman Türkler olarak -kolay günümüzün zor olacağı bilinciyle (şayet niyeti ve nesebi sahih Türkler isek)- zor günlerden geçiyoruz. Tarih ve devlet idemizin bize biçtiği rol icabı sınırımızın ötesinde Gazze’de yaşanan katliam herhangi bir yazı yazmayı ya da tespit yapmayı beyhude ve gereksiz kılıyor fakat ihtar mahiyetinde iki satır not düşmek ve bugün yaşadığımız ihaneti kendi namı hesabımıza unutmamak hedefi bir şeyler yazmaya imkân verecek ve ikan edici olacaktır.
Dünya sistemi maharetiyle popüler kültürün işgaline uğramış ülkelerde “ilerleme (progrès)” ve “hak” kavramları paralel mevkiler işgal etmesi nedeniyle bir özgürleşim (émancipation) aracı olarak sunulmuştur. Tekniğin felsefeden tamamen ayrı bir yol tutturarak saadet ve refah sağlamayı vaat ettiği doğayı/insanı/insanlığı alelade bir araç haline getirmesi elbette ilgili ülkelerin halklarınca anlaşılmadı zira gaflet uykusuna yatırılan halklar; popüler kültür adı altında menzilsiz yeni bir kültürün sultası ve aynı zamanda da bu tezleri üreten kurumların ve kuramların vasatı ve vasıtası haline getirilmiştir.
Basın-yayın, televizyon ve hatta dijital ağları ele alalım. Bahsi geçen araç ve ağların sadece bilgi paylaşım ve yayılım aracı olmadığı muhakkak fakat bizim onları yanlışlayıcı tavrımız dahi ıslah temelli bir hareketten ibaret kalıyor. Oysa her araç kendisini üreten/yeniden üreten iktidarın (bidayette-nihayette) taşıyıcısı ve hamalıdır. Semitik bir felsefi mücadelenin tesiriyle tarihin ortasına bağdaş kurdurulan Frankfurt Okulu “antisemitizm” ile mücadeleye kendini adamış düşünce neferlerine yuva olurken “modern” dahi olsa iktidarın kritiğine kendini hasreden Derrida, Zizek gibi çağdaş düşünürlerin kısmı küllisi de Filistin hususunda ya çekimser bir tavır takınmış ya da İsrail’e sempati ile yaklaşmıştır. Aslına bakarsanız ehlince hiç de abes olmayan bu vaziyet İsrail’de ders vermeye giden Zizek veya kanlı savaşların meydana geldiği coğrafyayı bir tarafa bırakıp burka ve chadorla uğraşan Simone de Beauvoir’in ve dahi diğer filozofların/düşünürlerin tıynetini tarihin aynasına çıkarmıştır.
Tarihin aynasında yargılanacak bir diğer unsur olan çok uluslu şirketler zaten hüküm giymiş olmasına rağmen millet nezdinde cürmümeşhuta uğramıştır. Türkiye’de Sturbucks hadiseleri zaten herkesin malumu fakat burada cevap aranması gereken soru bugüne kadar sisteme entegrasyon adına sarf edilen emeği görmezden gelip sadece ve sadece esasın unsurlarından bir unsur mesabesindeki firmanın yegâne taşlanan şeytan olması bize ne kazandırır, neyi kazanmayı engeller?
Öte yandan Gazze meselesinde sosyal ağlar üzerinden harekete geçirilen tepki mekanizması olumlu gelişmeleri haiz olsa da türlü engellemelere takıldığı ve gücün bir parçası olmaklığını gösterdiği apaçık. Demokratik ve katılımcı bir alternatif alan olarak takdis edilen bu sahanın dahi gayri meşru hatta gayri insani yolları, eylemleri, kişi ve kurumları akladığı ya da aklanmasına muhalefet eden yayınları kısıtladığı da apaçık. Eski adıyla Twitter yeni adıyla X üzerinden dahi etkili bir iletişim faaliyeti ancak Elon Musk’ın müsaadesi ya da onun siyasi yönelimi çerçevesinde mümkün gözüküyor. Bağımlı, eli bağlı, şartlı ve sehven…
Görülüyor ki hem akademide hem ekonomide hem de alternatif dünyalar olarak hayatımıza giren sosyal ağlarda bize varlık hakkı ancak sistemi omuzladığımız müddetçe tanınıyor. Gayemiz, gayretimiz ve ihtiyacımız yalnızca Allah’ın kudreti ile var olduğumuz ve olacağımız şuuru…