menu Menü
Logo Yengi Mecmua

Sahra-yı muhabbetde o divanelerüz kim

Mecnun-ı melametzede en akilimüzdür



PUŞKİN TÜRK DOSTU MU? Önceki İMAJ ALTINDA SÜRÜNMEK Sonraki

AŞKTA DEVRİM

Bir iddiam var: Modernlik 14’üncü yüzyılda Horasan’da doğdu. İpek yolunun gelişimiyle güçlenen ticaret kapitalizminin dünyadaki merkezi bu bölgeydi. Marx’ın Haraç Rejimleri, Hudgson’ın Barut İmparatorlukları dediği merkantilist devletlerin ana rahmi… 17’inci yüzyıla kadar (deniz ticareti kara ticaretine açıkça üstün gelene kadar) modernliğin ilk fazı, devlet kapitalizminin burjuva kapitalizmine baskın geldiği “sosyal demokrasi” çağlarıydı. Bu ilk faz (ki bir paradokstur) beraberinde tasavvufun yükselişini getirdi. Nakşibendiliğin ortaya çıkışı büyük oranda ticaret kapitalizminin gelişmesiyle paraleldir. İlk defa Sünni bir tarikat ortaya çıkıyor ve aynı zamanda tasavvuf, bir müessese haline geliyor. Müesseseleşme Nakşibendiliğin ekonomiyle bağını ortaya koymaya yeter. (Ve ardından gelen vakıf sistemi…)

Tasavvufun edebiyata etkisi açık. Skolastik bir aşk tanımı var orda ve çok uzun süre bu devam ediyor. Temelde yine kartezyen ruh beden ikiliğine dayanmakta. Beden ve ruh özleri itibariyle ayrıdır. Dolayısıyla ikisi birden “iyi” olamaz. Ruh saftır, beden necis. Aşk da bu yüzden kavuşamayınca aşk olur. Kavuşursan, yani cinsel birleşme gerçekleşirse, saflık bozulur. Çünkü beden pistir, adidir, bu dünyaya aittir ve bu dünya leştir (leşlere köpekler itimat eder, insanlar değil). Kısacası seks aşkı öldürür. “Kavuşamayınca aşk, kavuşunca meşk olur” sözünün altındaki mantık basitçe bu…

17’inci yüzyılda bu “idealist” aşk anlayışına cepheden saldıran iki şair var. Biri divan şairi, öteki halk şairi. Küfrî ve Karacaoğlan. Küfrî’nin bir beyti, Karacaoğlan’ın ise bir mısraı üzerinden bu iki şairin aşkta nasıl devrim yaptıklarını göstereceğim.

Küfrî’den:

Elimde tīşe-i kīrimle kân-ı zer delerüm

Benümle fenn-i muhabbetde bir midür ferhad

“Penisimi kazma yapıp gümüş bir maden ocağı (göt) deliyorum. Ferhat aşkta nasıl benimle aşık atabilir?” diye soruyor Küfrî hazretleri.

Klasik “idealist” aşk anlayışına cepheden bir saldırı. İdealistlere göre seks aşkı öldürür. Küfrî’ye göre ise seks aşkı perçinleyen, kemale erdiren bir şey, tam anlamıyla; cinsel birleşme aşkı gerçekleştiren olaydır. Cinsellik olmadan aşk yarımdır. Hatta yalandır. Ferhat, Mecnun, Kenan vs. bunların hiçbiri gerçek âşıklar değildir. Efsanedir belki onlar ama Küfrî gerçeğin peşindedir. İdeal olanın değil, dünyevi olanın peşindedir. (Başka bir şiirinde kendinden önceki şairlerin hep rüyada “aşk” yaptığını, kendisinin ise bu dünyada “aşk” yaptığını söyler.)

Küfrî; aşkı idealar dünyasından çıkarıp olgular dünyasına taşımıştır. 14’üncü yüzyılda başlayan mutasavvıf hareket 17. yüzyıla doğru gücünü kaybetmeye başlamıştır. Buraya dikkat çekmek istiyorum. Çünkü idealizm İslam’da baştan beri olan bir şey değildir. Bir aşamadan sonra ayyuka çıkmıştır. Bu da büyük oranda 14’üncü yüzyıl yani erken modern diye tabir ettiğimiz dönemdir. Hayyam tarzı şairlerin seküler aşk anlayışı da onların modern öncesine ait olmalarıyla ilgili. Kafa karıştırıcı gibi gelebilir; ki zaten öyle… Klasik Sünni edebiyat bu konuda daha rahattı, hem bilad-ı Şam’da hem de İran’da, İdealizm; sisteme yüksek ölçekli pagan girişiyle birlikte barbar-medeni kombinasyonlarının çıktısıdır.

Küfrî’den sonra onunla çağdaş bir halk şairiyle devam edelim: Karacaoğlan.

Halk şiirinde “covering” çok görülen bir durumdur. Aynı şiir başka şairler tarafından küçük değişikliklerle yeniden yorumlanır. Bu küçük değişiklikler önemlidir ama. Şimdi vereceğim örnekle daha iyi anlaşılacak.

Erzurumlu Emrah’a atfedilen bir şiir var: Gönül Gurbet Ele Çıkma  

Gönül gurbet ele çıkma

Ya gelinir ya gelinmez

Her dilbere meyil verme

Ya sevilir ya sevilmez.

Yöğrüktür bizim atımız

Yardan atlattı zatımız

Gurbet ilde kıymatımız

Ya bilinir ya bilinmez.

Bahçemizde nar ağacı

Kimi tatlı kimi acı

Gönüldeki dert ilacı

Ya bulunur ya bulunmaz.

Deryalarda olur bahri

Doldur ver içem zehri

Sunam gurbet elin kahrı

Ya çekilir ya çekilmez.

Emrah der ki düştüm dile

Bülbül figan eder güle

Güzel sevmek bir sarp kale

Ya alınır ya alınmaz.

Aynı şiirin daha az bilinen bir de Karacaoğlan versiyonu var. Bir de ona bakalım:

Gel gönül gurbete gitme

Ya gelinir ya gelinmez

Her güzele meyil verme

Ya sevilir ya sevilmez

Şam-ı Şeriftir zatımız

Yöğrüktür bizim atımız

Gurbet ilde kıymatımız

Ya bilinir ya bilinmez

Karac’oğlan düşse yola

Hızır yardım etse bile

Yar dediğin demir kale

Ya alınır ya alınmaz

Neredeyse aynı. Ama bir farkla…

Erzurumlu Emrah’ta “güzel sevmek bir sarp kale” mısraının yerini Karacaoğlan’da “yar dediğin demir kale” almış.

Ne fark eder diyebilirsiniz… Çok şey fark eder. Emrah açıkça idealist-mutasavvıf aşk geleneğini sürdürüyor. Önemli olan güzel (kadın) değil, sevgi (aşk) ideasıdır. Fethedilmesi gereken (kadının bedeni değil) bir ideal olan aşktır. Karacaoğlan ise farklı düşünüyor. Fethedilmesi gereken kadındır. Aşk ise bu fethetme (zaptetme) eylemidir. Yani seks. 

Karacaoğlan ve Erzurumlu Emrah 17’inci yüzyıl halk şairleri. Küfri 17’inci yüzyıl divan şairi. Emrah önemli bir mutasavvıf. Karacaoğlan değil. Düz Sünni. En azından bildiğimiz kadarıyla. Küfrî, medrese tedrisatından geçmiş ve müneccimbaşılığa kadar yükselmiş bir çelebi. Üçü de Müslüman ve Türk.

Küfrî ve Karacaoğlan aşkta devrim yaptılar. Modernliğin idealist/Platoncu fazını kapatıp, vitalist/Aristotelesçi fazını başlattılar. Ama geldiğimiz noktada o “libidinal enerji”den eser kalmadı. Kaba bir atomculukla başbaşayız. Birileri tarihin havını tersine taramış olmalı. Yapacak bir şey yok.

Yapacak pek çok şey var.

AŞK DEVRİM enes Gündoğdu


Önceki Sonraki

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İptal Yorum gönder

keyboard_arrow_up