menu Menü
Logo Yengi Mecmua

Sahra-yı muhabbetde o divanelerüz kim

Mecnun-ı melametzede en akilimüzdür



KAYIT MERKEZLİ OKUMA: İDEOLOJİ, MATBAA VE DİL DEVRİMİ Önceki OLİMPOSTA ŞEYTANLAR YAŞAR Sonraki

YAZARAK ÜRETME KONFORU

Anladığımızı düşündüğümüz meseleleri yazarak ifade etmek alışkanlığa döndüğünden beri hem kendimizi hem de muhataplarımızı ikna etmenin başka yolu yokmuş gibi kağıdı ve yazıyı esas alıyoruz. Dolayısıyla aktarma aracı olarak yazının kayda değer özelliklerinden öteye geçmiyor, öte yandan alternatif kayıt araçlarını görmezden geliyoruz. Çünkü bu türlü kaydın idrak kabiliyetimizi sınırlandırması paralelinde rahatlığı da getirdiğinden mevcut ve en makul cevherimiz, metin ya da eser üretirken yazı yazabilmek oluveriyor. Fakat işin gerçeği yazabiliyor olmaya sırtımızı yaslamak yalnızca rehavetle açıklanabilir. Yeter gördüğümüz şey ise koşullanmaktan başka bir şey değil.

Büyük kabullere karşın basit ve öz itibariyle daha organik sayılabilecek kamera kaydının şirinliklerimizi örtmemesi yazının sağladığı konfor alanına göre kaypaklığa pek izin vermiyor. Tabi ki burada yazı yazmayı bütünüyle kaypaklıktan sayıyor değilim. Konu, masa başında numara çekmekle kayıt alınırken numara çekmek arasındaki farkın her halükarda yazı merkezli kaydın negatifliğiyle sonuçlanacak olmasıdır. Bir tarafta blöf yapmanın her an yalan ve sahtekarlıkla ilişkilendirilebilmesi dururken diğer yanda blöf, sanatla bağ kurabilecek noktaya ulaşmak adına görüntümüzü, sesimizi ve neredeyse tüm duyularımızı harekete geçirmeye yarıyor.

Söz, ne zamandan beri sınırları kolayca belirlenebilir zeminlere aktarıldıysa ta o zamandan bu yana bütün yazılı ve basılı geçmişin hesabını sora sora kayıt imkanlarımızı değerlendirmek zorundayız. Nasıl ki birçok büyük metin sözlü ifadelerin yazılı kaydı ise bugün de sözlü ifadelerin kamera kaydı, yarının yazılı kayıtlarına dönüşecektir. Böylelikle büyük metinlerin esas aktarıcılarının tam olarak ne söylediğini bilebilmek mümkün olamayacağını kabul etmek gerekiyor. Neden çünkü onlar söyledi başkaları yazdı. Bu belirsizliğin çıktıları olarak akademik metinler de bu yüzden sınıf geçmeye ve en fazla unvan elde etmeye, tabir yerindeyse “piyasa” oluşturmaya yarıyor.  Sözün ağızdan çıkış anı ile aktarılan her ne ise gerçeklikle ilişki kurulduğunda zaman aşımı kaçınılmaz oluyor ve akademinin vazifesi bir tek aktarmak olabiliyor. Aslında bu da bilginin yetersizliği (yetersiz bilgi değil) bugünün imkanlarıyla anlamlı bütün oluşturamıyor anlamına geliyor. Pazarlamaya yarayan bilgi para da kazandırdığından yazılarak aktarılan ne kadar çok (nitelikli-niteliksiz oluşu konu dışı) metin varsa bu da itibar göstergesi sayılıyor. Halbuki bir bütün teşkil eden en güncel kayıt imkanı kameradır diyebiliriz.

Özellikle edebi üretim sahasında kaydın merkezi alanı matbaa ile sabitlenip gittikçe ivme kazandığı söylenebilse bile halihazırda dengelerin aynı kararlılıkta kalmadığını ürettiğimiz eserler temelinde ispat edebiliyoruz. Bu anlamda hikaye anlatmayı ve şiir söylemeyi alışkanlıklarımızın dışına çıkarak icra etmemiz ne hikayenin hikaye olmaklığını ne de şiirin şiir olmaklığını zedelemedi; aksine bu türlere yeni bir değer kazandırdı. 

Kaldı ki biz, eserlerimizi başkalarını ikna etme yolunu hiç hesaba katmadan üretmeye başladığımız için önce kayıt merkezli okumayı önemsedik. Şimdiye dek herkesçe kabul görmüş metinlerin yazılmış olduğu dönemlerden günümüze yazardan okura veya anlatıcıdan dinleyiciye geçiş sürecini matbaadan ziyade değerlendirmeye çalıştık. Öyle ya da böyle edebiyatı matbaa merkezli okumak (endüstriyel gelişimi bağlamında söylemiyorum) eser üretimiyle doğrudan ilişkili oluşu geçmişle ve güncel olanla hesaplaşmayı gerektirdi. Sözün özü edebiyat, yazı dışında kameranın imkanıdır.


Önceki Sonraki

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İptal Yorum gönder

keyboard_arrow_up