menu Menü
Logo Yengi Mecmua

Sahra-yı muhabbetde o divanelerüz kim

Mecnun-ı melametzede en akilimüzdür



TABİİ Kİ KENDİMDEN BAHSETMİYORUM Önceki ŞAİRİN HİLELERİ VE GERÇEĞİN REVİZYONU Sonraki

SÖYLENEN ŞİİR, KONUŞMA DİLİ, SPİKER VE OZAN

Kayıt her şeyi kuşatır. Bu bağlamda söze nüfuz etmek isteyip bilginin nasıl ve ne amaçla kaydedildiğine dikkat kesilmeyenler asırlardır hafızalarımızı işgal ediyorlar. Bunun önüne geçeceğiz. Çünkü sahip olduğumuz hiçbir şeyi kaybetmedik. Yeni olan hiçbir şey çoğaltılamadı. Sanat yine kaçınılmaz oldu. Bu bağlamda konuşma diliyle yazılan şiirler de eleştirilmesi gerekenler arasında. Çünkü konuşma diliyle söylemekten söz edemeyiz. Konuşma dilinin avangart kabul edilmesi için şiirin yazılarak oluşturulan bir türe dönüşmesi gerekiyordu çünkü. Söze en yakın olarak görülen, konuşma diliyle yazılmış şiirler gücünü konuşmaktan ve söylemekten mi alıyor? Hayır. Bilakis yazıya yazının dışında olanı dahil ettikleri için avangart oluyorlar. Açalım.

Mesela Ceylan Öztürk, “baktım halep ne demek diye merak ettim/ süt veren demekmiş pek şaşırmadım” diyor. Ya da işte Hakan Arslanbenzer, “Sözlüğe baktım ısınmak için yakılan ateş/ Demekmiş sıla ısınmak için yaktığım ateş” diyor. Bunlar güzel mısralar. Bu sözleri arkadaşınızdan duysanız muhtemelen “aa” filan dersiniz. Ortamlarda satarsınız belki ya da, filan. Peki bizi bu sözlerin şiir olduğuna ikna eden şey ne? Basit bir cevabı var bu sorunun: Matbaa. Matbaayı arkasına alan yazı, oluşturduğu zihin iktisadında konuşmaya yer vermiyor. Herhangi bir zamanda, herhangi bir şekilde, herhangi birine söylenebilecek bir sözü, matbu kültürde ancak bir karaktere söyletebilirsiniz çünkü. Neoepik şiir bir bakıma matbu kültürün zihin iktisadıyla hesaplaşarak yazıya, konuşmayı dahil ediyor. Ancak burada şunu kaçırmamak lazım. Bu, yazıda kalma ısrarıdır. “Şiirin yazarı olacağız ancak günlük hayatta kullandığımız ifadeleri de şiirinize dahil edebilelim” ısrarıdır.

Dolayısıyla Neoepik şairlerinin şiire müdahalesinde göz ardı edemeyeceğimiz şeylerden biri de yazı inadıdır, demek durumundayız. Sanatlarını hep “yazıda olmayacak şeyler” düşleyerek pekiştirmişlerdir. Bunu yaparken sanatsızlığı bir alternatif sanat olarak sunmuşlar sanattan kurtulamamışlardır. Örneğin, “Ekmek diyorum ne kadar sanatsızca/Sana yazdığım şiirler de öyle olacak” diyen Hakan Arslanbenzer, yazdığı şiirde ekmeği, yazacağı şiirlere benzettiği için aslında ekmeğin sanatsızca olmadığını, ekmeğin sanat olduğunu söylemiş ve tecâhül-i ârif yapmıştır. Bu bağlamda sanatsızca şiir üretmek de aslında matbu kültürün sürekli kötü örneklerini ürettiği sanatların dışına taşmaktır. Şiiri yazmak ve yazarken konuşmak, veri sunmak vs. yukarıda Arslanbenzer ve Öztürk’ten verdiğimiz örneklerde görüldüğü gibi, şairi sıkıcı ve sabit olan birçok işlemden sıyırmıştır. Unutmayalım ki ancak kaydı merkeze alarak bu kanaatlere varabiliyoruz.

Bu bahsi buraya kadar uzatmamın sebebi, konuşma dili rüzgarının 90’lardan 2020’lere kadar esmesiydi. Konumuz bu. Söylemek. Konuşmak. Bağırmak. Çığırmak. Anlatmak. Matbaa, şiiri bir bakıma kâğıt üstünde bulmacaya çevirirken gerçek manada söylenen can alıcı söz ne yapıyordu? Kimisi şarkı oldu, kimisi mâni, kimisi ise spikerlerin harcı. Tabii bu sözlere, bu sözleri söyleyenlerin şiir tarihini es geçmesi sebebiyle şiir diyemiyoruz. Ancak şiirin söz bağlamında kaldığı yeri göstermesi bakımından hayli önemliler. Daha önce yağlı güreş, boğa ya da deve güreşi izlememiş olanlar söyleyeceklerimi tam anlamıyla anlayacaklar mı bilmiyorum ama can alıcı sözün yaşadığı yerlerden biri meydanlardır. Güreş meydanları. Güreş tellalları, cazgırlar söyledikleri maniler ile meydanların vazgeçilmezi olmuşlardır. Neyse bari dediğim anlaşılsın diye Başcazgır Pele Mehmet’in meşhur manisini buraya alalım:

“Pele Mehmet’in bu sözlerini yazmasının bir anlamı var mıdır?” sorusunu es geçiyorum. Bu destansı ifadeler yazıdan okunduğu takdirde muhatabını ne kadar etkileyebilecektir? Cazgırlar ozanların yaptıklarının haricinde ne yapıyorlardır? Bir savaşın değil, müsabakanın destanını yazıyorlar yalnızca. Buradan lafı şuraya getirmek istiyorum: “Allah’ım gole bak! Yok böyle gol! Avrupa sahalarında şapka da çıkartın, önünde de eğilin, ayakta da durun, selam da verin! Deivid, Deivid, Deivid, Deivid!” Bu sözler ünlü spiker Emre Tilev tarafından Fenerbahçe-Chelsea maçında sarf ediliyor. Âdet yerini bulsun, mukayese daha iyi anlaşılsın da bu sözleri de sahibinin sesinden buraya alalım…

Videoyu birkaç kez izledikten sonra yukarıda yazılı olan ifadeyi nasıl bir şekilde okursunuz? Emre Tilev yokmuş gibi, daha önce bu sözler hiç sarf edilmemiş gibi davranabilir misiniz? Bütün bu sorular bize ne anlatıyor? Cazgırı yok sayarsanız maninin anlamı kalmayacaktır. Spikeri yok sayarsanız gol anlatımının. Ozan tarafından okunmamış bir Karacaoğlan şiiri daima eksik anlaşılır. Hadi divan şairi şiirini ölçüye/sese emanet etmiş olsun, seçtiği mahlasla da olsa her şiirinde vardır. Ancak matbu kültürde şair yok olmuştur. Var olduğu yerde ise yazıyı/matbuatı ve dolayısıyla yok oluşu desteklemiştir. İşte sarf ettiğimiz bütün bu çaba, matbuatın şaire uyguladığı suikast girişimini ortaya çıkarmak içindir.


Önceki Sonraki

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İptal Yorum gönder

keyboard_arrow_up