menu Menü
Logo Yengi Mecmua

Sahra-yı muhabbetde o divanelerüz kim

Mecnun-ı melametzede en akilimüzdür



KAMERAYA BAKMAK ZORUNDASIN Önceki GÖRSELİN İZDÜŞÜMLERİ BAĞLAMINDA A. ALİ URAL’IN KÂĞIDA SARILI RÜZGÂR’I Sonraki

HER ŞEY ANLATILDIYSA DA HİÇBİR ŞEY ANLAŞILMADI

Anlam; çıkıntıları belli, ölçüleri tamamlanmış, hareketsiz ve somut bir nesne olsaydı, çok tatsız bir meşgalemiz olurdu. İşimiz diye bir gayretimiz de olmazdı belki hatta. Şiirle olan meşguliyetimiz dünyanın anlamı yekpare bir taş olarak kafamıza fırlatmayışından kaynaklanıyor. Halbuki anlam denen soytarı taş herkese aynı şiddetle çarpsaydı, cümle dil cambazları yatsı ezanından sonra yataklarında mis bir uyku çekecek olurlardı.

Türkler olarak anlamla ilişkimiz evvela şiir sahasında başlıyor. Öyle tarihi bir anlamda değil. Bir çocuk olarak. Başka dünyaları tanımayı ve sıraya girmeyi öğrendiğimiz o yaşlarda bir taşı sarıyor anlam sırtımıza.

Şiir ile ilişkimiz derken aslında biraz tatsız bir ifade oldu. Yapay bir çiçek gibi töhmet altına alındı. Bir taklit olmaktan öteye gidemeyecek bir cümle. Şiir, varlığı ve karakteri itibariyle yapıştığı insanın uzvu haline gelen bir gerçek. İnsanın bizatihi anlam ya da anlatmakla olan karşılaşmasında ona dokunan kolu ya da bacağı.

Şimdi bu noktadan sonra şiirin anlatarak anlama vardığına ikna olmamız gerekecek. Şair bizi bir şeylere muhakkak ikna etmeye çalışacak. Bunu ya anlatarak ya da göstererek yapacak. Ya da göstere göstere anlattıkları arasında, göstermediği ve anlatmadığı şeyler sayesinde iknaya razı olacağız. İkna edemeyen şairin bu topraklarda işi yok. Hepimiz buna dahiliz.

İkna olmaya en yatkın olduğumuz zemin; elle tutarak, kokusunu duyarak, kanıtlara ulaşarak inandırıldığımız yerdir. Bu kolay ve sonucu belli bir oyundur. Matematiksel bir kesinlikle yola çıkılır. Bir de içe bırakılan bir şüphe tohumunun aradığı ikna vardır. İşte bu beter ve de zorlayıcıdır. Bu zokayı yutan okuyucu kendine “harbiden he” deyiverir bir anda. Bozkırın cavlaklarında bir kurt sürüsüyle karşılaşmış gibi olur, işte belki de anlam denilen meret tam olarak budur.

Bu husus üzerine diyebiliriz ki anlamın, gerçeklikle de bir hısımlığı vardır. Hatta bu hısımlık öylesine kuvvetlidir ki, bu kan bağının kopuşu en nihayetinde anlamın parçalanmasına, yapılıp sökülmesine, anlama tersten bakılmasına ve de anlamsızlığın başladığı yerde anlamın bulunabileceğine kadar uzanabilir.

Bu noktaya kadar biraz toparlamamız gerekirse diyebiliriz ki şiirle ilişki kurmamızın esaslı sebeplerinden biri anlamla aramızdaki bağ. Anlamın kendini şiir yoluyla gerçekleştirdiği yerde anlatmak, göstermek ve ikna üçlü saç ayakları olarak bizi karşılar. Bu üç saç ayağı ise bizi gerçeğin oluğuna sürükler. Merhaba güzel ve berrak su.

Şiir anlatım süreci içerisinde kendini farklı formlarda gerçekleştirmiştir. Bu formların kadim ve yaygın olan bir türü ise Dramatik şiiridir.  Bu yazıda bunun üzerinde duracağız. Dramatik şiir güncel anlamda olmasa da sahnede ya da yüksek bir taşın üstünde dinleyicilere coşkun bir anlatı sunmaktır. Güncel anlamda bu şekilde icra edilmeyen şiirlere dramatik şiir dememizin sebebi hala yüksek sesle okunabilen şiirler olmasıdır.

Epik/dramatik şiirler bize Türkçe’nin patırdayan ve birbiriyle bütünleşen seslerle genişlediğini, dilin temiz ve akışkan debisinin yükseltilerek nereye varabileceğini gösterme imkanıydı. Bu imkân okuyucunun iknaya olan yürüyüşüne kılavuzluk etti. Modern anlamda Türk şiirinin yüksek sesli şair silsilesini Namık Kemal’den başlatmak yanlış olmayacaktır. Hakan Arslanbenzer “Namık Kemal, Türk şiirinin Türk ve Müslüman olmayanla karşılaşma anında ortaya çıkmıştır” [1]Neo-Epik Şiir, Hakan Arslanbenzer, s.135, Okur Kitaplığı, İstanbul, Eylül 2012 der.

Bu silsileyi bir çizgi halinde ilerletecek olursak Mehmet Akif’e oradan Turgut Uyar’ın epik metinlerine, İsmet Özel’e ve yeniden epik damarı harekete geçiren Hakan Arslanbenzer, Hakan Şarkdemir ve arkadaşlarına ulaşmak mümkün.

Epik/Dramatik damarın bir ayağı zaman içerisinde görsel/somut şiire doğru direksiyon kırdı. Bu kırılmanın bir ayağı da Hakan Şarkdemir. Görsel/somut şiir en temel anlamda anlatmak yerine göstermenin şiiridir. Yani işaret etmenin.

İşaretlerin temel işlevi yönlendirmektir. Yönlendirmek aslında bir noktada yönetmektir de. Burada görsel/somut şiirin temel kavramlarından bir çözümlemeye çalışıyorum. Görsel/somut şiirin en temel güdülenme noktalarından biri anlatmanın önemsiz olmasıdır. Şair anlatmak yerine işaret etmeyi, göstermeye tercih eder. Görsel/somut şiir, şiirin yaslandığı fonetik arka planı yok sayar. Aslında bu büyük bir cesaret ister bu. Şiiri artık şiir olmayan yerde aranandır. Anlam köhnemiştir ve dağılıp yeniden kurulmalıdır.

Görsel/Somut şiirde aslında harflere dahi ihtiyaç yoktur. Sayfa bir tuval işlevi görür. Şiir bir noktada kâğıt üzerinde yapılan bir performans halini alır. Burada sözsüz bir iletişim vardır. Bu iletişim sözle ya da cümlelerle kullanılan iletişimden daha etkili olabilir belki de bazı noktalarda. Görsel/somut şiire yaklaşmak ve yakınlık kurabilmek adına iyi bir göz yeterli. Seslerin, vurguların, mısra kırmanın hiçbir faydası ya da yararı yoktur Görsel/somut şiir karşısında. Yalnızca saf anlama odaklıdır. Yani temel anlamda bunu hedefler. Bu haliyle bağımsızdır. Bağımsızlığı modern olmasıyla kol koladır.

Görel/somut şiir kalıpları kırarak yeni bir şiire ve anlama ulaşmaya çalışmak istese de meseleye bir de şuradan bakalım. Mevcut şartlar içerisinde günümüz matbaa teknolojisine bağlı ve entegredir. Okuyucusuna kâğıt ve matbaa yoluyla ulaşmaktadır. Mevcut ve gelecek tüm yeniliklerini kâğıt üzerinde yapmaya mahkumdur.

En temel anlamda aslında yıkmış ya da yeniden yapış değildir. Bilgisayarın sunduğu imkanlar kâğıdın ve matbaanın müsaade ettiği sınırlı çerçeve içerisinde hapsolmuştur. Bu açıdan yeni değildir. Bir ışık yakmıştır, okuyucuya başka bir şeyin mümkün olabileceği imajını vermiştir fakat bunlar yeterli değildir.

En nihayetinde matbaa ve matbaanın imkân tanıdığı güç sahiplerinin müsaade ettiği ölçüde eser vermeye başlayacak bir döngünün ürünü haline gelecektir. Bu yönüyle kuvveti kendi imkanlarıyla ayakta kalabilecek kadarıyla sınırlıdır. Kâğıda ve matbaaya mahkumdur. Çevresinde bu denli kadim kalıplar yükselirken yeni bir anlama ulaşmak mümkün gözükmüyor.




Dipnot

Dipnot
1 Neo-Epik Şiir, Hakan Arslanbenzer, s.135, Okur Kitaplığı, İstanbul, Eylül 2012


Önceki Sonraki

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İptal Yorum gönder

keyboard_arrow_up