menu Menü
Logo Yengi Mecmua

Sahra-yı muhabbetde o divanelerüz kim

Mecnun-ı melametzede en akilimüzdür



MALUMAT MATBUAT İÇTİMAİYAT Önceki MEYDAN DEYİŞİ Sonraki

SÖYLENİLENDEN OKUNANA ŞİİR II

Konuya girmeden önce, şunu belirtelim ki; şiirler şairlerin yaptığı tanımlamalardan çok uzaktır. Zira, şairler şiiri ilahi bir sır, kendilerini de hüma kuşu sayarlar;

Şâir ana derler ki iki âleme pinhân
Bir cevv-i bedâyi’de serîü’t-tayarândur

O sebeple şiiri, şairlerin değil, geçmiş zaman âlimlerinin görüşlerine göre ele alacağız. Şâire güvenmek olmaz nitekim;

Ger derse Fuzûlî ki güzellerde vefâ var
Aldanma ki şâir sözü elbette yalandur

Önceki yazımızda, şiirde ölçünün ve uyağın, yani toplamıyla müzikalitenin büyük bir etkisi olduğunu söylemiştik. Tehânevî’nin verdiği tarif, Kudame bin Cafer’in “Nakd’uş-Şiᶜr”inden Cürcanî’nin “Taᶜrīfāt”ına uzanan tariflerden süzülmüştür. Fakat bu tarif doğru mu? Bütün fertleri kapsıyor mu? Bizim şimdilerde “manzume” olarak andığımız tür, şiire dahil mi değil mi? Nasiruddin Tusî (ö. 1274) bu türün şiire dahil olmadığını belirtiyor.

Nasîrüddin Tusî Esas’ul-İktibas kitabında, şiirin temeli için “muhayyel” olmasını şart koşmuştur. Muhayyel, olması ve insanlarda bazı tesirlerde bulunmasıdır. Bununla birlikte ölçülü ve uyaklı olmasını şart koşarak, ölçülü ve uyaklı olmayanları “nazım” adı altına toplamış, kategorik olarak başka bir yere dahil etmiştir. Aslında bu sınıf, yeni bir sentez çabası olarak ortaya konuldu. Nitekim şiir hakkındaki tarifler iki farklı şeye dayanıyor, şiirin şiirliği iki mikyasa göre değerlendiriliyordu: 1- Ölçü ve uyak 2- Muhayyellik. İkinci görüş, “mantıkçılara göre” kaydıyla kayıtlanıyordu. Yani eski herhangi bir kitabı açtığınızda, önce birinci tarif karşınıza çıkıyor,  “mantıkçılara göre” kaydıyla, ikinci tarife denk geliyordu.

Bu konuyu iyice açmak için Allâme Hillî’nin Nasiruddin Tusî’yi tefsir ettiği pasajı aktaralım: “Sâhib-i mantık [Nasiruddin Tusi] şiiri tarif ederken  “hitabî/şiirî kıyasları” bugünkü şairlerin tarzına muhalif bir şekilde tarif ediyor. Zamanımızda ise şiir sûrî unsurlar bakımından tarif ediliyor, bunlar ise aruz kitaplarında bahsi geçen vezin ve kafiyedir. Bu gibi olmayan söze ise zamanımızda şiir denilmiyor. Bu durum hem Arapça hem Farsça ve Türkçe için aynıdır. Şiir ise kendisiyle istenilen birtakım duyguların muhatapta uyandırılmasına yarayan melekeden ibarettir. İster sıkıntı vermek, ister sevinç vermek ya da başka bir duygu olsun.”

Taftazânî’nin “Tehzîb’ül-Mantık” kitabının Molla Yezdî şerhinde de benzer ifadeler vardır. Bununla birlikte veznin tesiri yükselttiği ifade ediliyor. Yani şiirin yine “muhayyel” olması esas alınıyor: “Muhayyelat şöyle önermelerdir ki bilgi aktarmasalar da insanda şevklenme veya sakınma gibi duygular uyandırırlar. Vezne veya kafiyeye bağlandıkları vakit -ki şimdi adet böyledir- tesirce yükselirler.” Yine Tusi şöyle diyor: “Kudemâ (eskiler) her ne kadar gerçekten ölçülü olmasa da muhayyel sözü şiir saymışlardır. Yunanca ve diğer eski dillerde mesela İbranice ve Süryanicede ve Farsçada durum böyledir. Hakiki vezne itibar edilmemiştir” Perviz Natil Hanleri bu durumun böyle olmadığını bu alıntıdan sonra “Tahkik-i İntikadî der Aruz-ı Farsi” adlı eserinde şöyle beyan eder: “Eğer Tûsi’nin kudemâdan kastı filozoflar ise sözü yerindedir. Zira görüyoruz ki Aristo bu inançtaydı. Diğerleri ise onun takipçileriydiler. Eğer kudemadan maksat bütün insanlarsa (avam ise) bilinmeli ki durum böyle değildir. Bilakis eskilere göre şiir her zaman ölçülü ve uyaklı söz şiirdi. Hiçbir yerde hiçbir kadim medeniyette ölçüsüz şiir okunmamıştı. Şiir mefhumu her zaman ölçü ile irtibatlı idi ve “tahyîl/muhayyel olma” kaydı filozofların şiir için düşündüğü bir nitelikti. Fakat hiçbir etki gösterememiştir.”

Yani şiir sadece “muhayyel söz” olarak tarif edilse de, bu gibi bir söz hiçbir şekilde şiir sayılmamıştır. Bunun sebebini anlamak için Walter Ong’un “Sözlü Kültür ve Yazılı Kültür” kitabının “Sözlü Kültürün Psikodinamiği” bölümünü okumak kafidir. Sözlü kültürün kalıplara bağımlılığının bir sonucudur şiir. Şiiri -takriben XIX. yüzyıla kadar- ölçü ve uyaktan ayırmak mümkün değildir. Sözlü kültürün bir evladı olan şiiri, eğitimli Yunan filozofları ise, sözlü kültürün anlamlandırdığı biçimden çok farklı anlar. Mantıkçılar ve diğerleri arasındaki tarif farkının sebebi de bu olsa gerektir.

Netice itibariyle Tusî’nin bahsettiği “nazm-şiir” ayrımı ise tamamiyle indîdir. Kişinin seviyesine, eğitim durumuna, anlayışına ve zevkine göre değişiklik gösterebilir. Bu ince çizgide, şiir ve nazım hep birbirine karışır. Nitekim Mehmet Akif, kimilerince şair, kimilerince manzume yazarı olarak addedilir. Bu sebeple nazım-şiir ayrımının pek sağlıklı olmadığı görülüyor.


Önceki Sonraki

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İptal Yorum gönder

keyboard_arrow_up