Kalbur üstü, sırtı sağlamda olanların zihin iktisadının alametifarikası bellidir. Anlamak için gayret sarf etmezler. Bu tıknaz ve kıskanç edebiyatçıların da hususi özelliğidir bir yandan.
Anlamak elbet biraz zahmetli bir mesele. Lüzumu gelen her şeyi şöyle tesbih gibi ipe dizerek tek tek işaret edip anlatmanıza rağmen karşıdakinin anlamak adına en ufak dikkati yok ise ne yapsanız boş. Bir de hele görmezden gelmek. Buna da hiç diyecek yok.
Bunların hiçbiri şahsi öfkemi kazanacak itibarda değildir. Çünkü bunlara bir nebze saygım vardır. Esas beni içten öfkeye sürükleyen mevzu şudur: Tembellik. Tembellik şairlerin en müzmin ve sinsi hastalığı. Yapılan işlere ve ortaya koyulan eserlere göz ucuyla bakıp barkod makinesi gibi etiket yapıştırıp rafa kaldırmak edebiyatçı arkadaşların alışkanlığı. Bu meseleyi konuşuyor olmamın sebebi Yengi ve gelen tepkiler ile ilgili değil. Yanlış anlaşılmasın.
Birbirinin yaptığı işleri takip etmeyen, takip ettikleri de yalnızca yaltaklanabileceği büyükleri olan arkadaşlar, arkadaşlarımızı düşünerek başladım bu meseleye. Kalbur üstü değiliz. Kalburun döküldüğü yerdeyiz. Kıskanç değiliz, aksine meraklı ve hevesliyiz. Her açtığımız sayfada bizi rekabete sürükleyecek bir kalite arıyoruz.
Başlıkla alakası bulunmayan ön seslenme kısmını atladıktan sonra esas meselemize dönebiliriz. Yani eleştiriye. Aslında giriş kısmını bir üst başlıkta toplayacak olsak. Günümüz meselelerinin ortaya çıkışının esas sebebi eleştiri eksikliği olacaktır. Bu mesele uzun zamandır olur olmadık herkesin dilinde sakız olduğu için konuşup konuşmamakta kararsızdım fakat konuşmak boynumuzun borcu.
W.Butler Yeats, kişisel beğenilerini ilan ederek eleştiri yaptığını düşünenleri dükkân sahiplerine benzetir. Eleştiriye nereden başlayacağız? Günümüzde önümüze faş edilen iki seçenek var. Ya bir dükkân sahibi olacağız ya da pozitivist eleştiri ezberleriyle üzerimize dikilen silaha göre hareket edeceğiz. Şişirilmiş edebiyat aristokrasine karşı bir yol açmamız farz oldu.
Terry Eagleton, eleştiriyi masum olmayan bir disiplin olarak görmek güçtür der. Bir kavramın masum ya da masum olmamasının bizim için ne önemi olabilir ki? Eagleton, durduk yere mi kullandı bu kelimeyi? Bunu bir düşünelim. Masumluk bu noktada şeffaflıkla eş değer tutulabilir belki de. Eleştiriyi edebiyatın üzerine çıkmış edebiyattan beslenen bir mahluk olarak tasavvur eder Eagleton. Fakat edebiyatın üzerine gölgesini düşürmeden orada durup beslenebilmesi için son derece şeffaf olması gerekir.
Şeffaflık, masumlukla eş değer sanırım. Işık geçiren, arkasını gösteren duru bir su. Eserden uzaklaşmadan, eserin üzerine kendi gölgesini düşürmeden ve en önemlisi eseri kendi ajandasına göre alıkoymadan ilerleyebilmek her faninin harcı olmasa gerek.
Hüseyin Cöntürk, eleştiriye başlamadan evvel eleştiri biliminin ortak bir dil ve ölçü değerleriyle ilerlemesi gerektiği hakkında konuşur aşağı yukarı. Buna tıp biliminde kullanılan evrensel dil ile örnek verebiliriz. Eleştirinin pozitif bilimlerle yakınlığı ölçü ve tasnif için kıymetlidir. Fakat eleştirmen ne edebiyat tarihçisi olmak zorundadır ne de bir felsefe uzmanı.
Eleştirmecinin, kendisinden evvel konuşan eleştirmenleri bilmek mecburiyetiyle birlikte kendi vakti zamanında halen konuşmakta olanları da takip etme zorunluluğu vardır. Bu takip ve ısrar eleştirmeden evvel eleştirmecinin entelektüel açıklığına bir yaprak tesettür sağlamış olacaktır. Ne yapacak bu eleştirmeci? Açıkta kalan kısımlarını hangi hırka kapatacak?
Eleştirmecinin ortak dil, ortak ölçü, bilim ve felsefe açıklarını kapatmasıyla iş bitmez. Estetik devreye girer. Eleştirmecinin estetik algısı gününün edebiyatını kaçırmamasıyla başlar. Gün birdenbire ortaya çıkmaz. Devinim halinde bir yol izleyerek gelir. Gün diye kastettiğimiz şey tam olarak budur. Günü takip etmek, günü getireni de bilmekle başlar.
Şu meseleyi de birilerinin yüzüne vurmadan edemeyeceğim. Eleştirmeci bağımlı olmalıdır. Bağımsız değil. Devamlı seyir halinde olan biri manzarayı tam anlamıyla seçemez. Yalnızca peşi sıra devam eden görüntüler hakkında bir fotoğraf edinmiş olur. Eleştirmeciye bağımsızlık meselesi ile ilgili yapılan baskı ve ısrar aslında onu etkisiz hale getirmeye çalışmaktan başka bir şey değildir. Eleştirmeni boşa düşürmek, etkisini kaybettirmek ve itibarsızlaştırmak için yaparlar bunu. Eleştirmeci bağlı olmalıdır. Üst paragrafta saydığımız şeylere elbette.
Burada başka bir şeyden bahsediyoruz.
Kayıt meselesini gündeme getirdiğimiz için şunu sormak istiyorum: Kayıt eleştiriyi nasıl değiştirecek? Kayda alınmış şiirleri, twitch yayıncıları gibi izleyerek yorum mu yapacak eleştirmeci? Belki de bunun olması çok da uzak sayılmaz. Eleştirinin kayıt şeklinin değiştiği noktada bile ne kadar berraklaşacağını bir düşünün. Belki de bir sonraki sayıda bunun üzerine konuşuruz.
Eleştirmecinin üçüncü hırkası ne olacak? Eleştirmeci, kendine ait ajandası olmayan kişidir. Çıkarları doğrultusunda hareket etmez ya da başka birinin silahını taşımaz. Türk Edebiyatı bu magandalıkların işgali altındadır. İyi ya da güzel olanla bir işimiz yok. Doğru ve dürüst olanla bir münasebetimiz var.