menu Menü
Logo Yengi Mecmua

Sahra-yı muhabbetde o divanelerüz kim

Mecnun-ı melametzede en akilimüzdür



BU YALNIZLIK Önceki KAN DOLDURUYORUM Sonraki

SOFİSTİKE HİKAYELER YA DA METAFİZİKÇİNİN SERGÜZEŞTİ

Türkiye öyle bir ülkedir ki ne vakit asli meselelerinin peşine düşse önüne çıkan geçici gündemler ve kişiler onu bu yoldan alıkoyar. Öyle ki gündemler, dimağlar ve idrakler delinin kuyuya attığı taşla meşgul olmaktan haz duyar. Bugünlerde yumuşak gündemlerimizi (varlığı ya da yokluğu itibariyle varlığımızı doğrudan tehdit etmeyecek meseleleri ihtiva eden gündem türü) Dücane Cündioğlu’nun bir YouTube yayını sırasında feveran ettiği sözler işgal ediyor. Bu işgale de onun muarızları bir yığın felsefi, sosyolojik ve tarihsel referansla iştirak ediyor. Elbette bu mübareze muarızları için hak etmese de nam sahibi bir ağababayı devirerek manevi mirasına sahip olmak iddiası da taşıyor. Dücane Cündioğlu’nun hikayesi ona mahsus olmayıp benzeri kalem erbabı tarafından da tecrübe edilen ve yaşanan bir süreç aslında. Bu şahsi hikayenin ve tecrübelerin niteliği hakkında yazacak değilim fakat asli gündemlerle arama anlık bir mesafe koymak pahasına birkaç kelam edeceğim.

Evvela Dücane Cündioğlu’nun karakterini, menfi ve müspet yönlerini, düşünce hayatını ya da kitaplarını anmaya gerek görmüyorum. Ya da felsefe müktesebatının, hakikatle ilişkisinin, self oryantalist mi yoksa münekkit mi olduğunun da bu yazı ile bir alakası bulunmuyor. Özellikle de klasik metafizik ve modern felsefe arasındaki gerilimlerin, kelamın apoloji olup olmamaklığının ya da İslam felsefesinin disipliner varlığının konuşulmasını da saçma buluyorum. Zira yaklaşık bir haftadır sosyal mecraları meşgul eden tartışma, salt medyatik bir fenomenin söylem üstünlüğü kurma davasından başka bir şey değildir.

Yazarlık hayatını Halil Cibran benzeri aforizma kitaplarla sürdürürken anlatılarının konusu her ne olursa olsun sözüm ona hakikatçi cephesinden eski mahallesine taş atan Cündioğlu, sıhhati fark etmeksizin bir söylem alanı inşa ediyor. Siyasal olarak mahkum edilen bir grubun/hizbin/tarafın aslında felsefi-düşünsel olarak da iptidai ve hatta çürümüş temellere sahip olduğuna dikkat çekiyor. Öyle ya; aynı mağarada bekleştiği insanlar karanlığa ram olurken aydınlığı görebilen ve bu eylemi sayesinde aydınlatmaya namzet olan da kendisinden gayrı kim olabilir.

Medyatik bir fenomen olarak açtığı gediklerde kaleyi savunmak üzere onlarca kişi sahaya inmiyor mu? Ya da eleştirdiği isimleri edilgenleştirerek kendi etkinliğini daha da pekiştirmiyor mu? Böylece, eleştirilerine muhataplarından doğrudan bir yanıt gelmeyen düşünürümüz, hakikat arayışını yine yalnız ve derin bir biçimde sürdürüyor. Bu yalnızlığa ve derinliğe ise yalnızca, kendi şarihlerini ve musahhihlerini yetiştiren dijital cemaati eşlik ediyor.

Bu tür insanlarla kurulan hatalı ilişki biçimleri, salt medyatik bir düzeyde kalmış söylem örüntülerini felsefi bir tavırla ele almak hatta tarihin mihengine vurarak kapsamlı bir eleştirinin muhatabı saymaktan ileri gelir. Maalesef esaslı bir sorusu olmayan esaslı bir cevap bulamaz. Her medyatik problem, medyanın çözüm ilkeleriyle açıklanır ve açıklamanın değeri, medyatik ilkelerle kurduğu bağ ile ölçülür.

Sözün kısası sofist hikayeleri dinlemek ve üzerine konuşmak/yazmak haz verir fakat fayda vermez. Tıpkı bizim yaptığımız gibi…

Dücane Cündioğlu Ebubekir Çağlar Sofistizm


Önceki Sonraki

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İptal Yorum gönder

keyboard_arrow_up