I
Garib-nâme on dallı bir ağaç gibidir, her bir dalından onar budak sallanır. Âşık Paşa, birden ona kadar saydıktan sonra yüz katı, yüz binlerce katı da alınsa aslı birdir ve haddi ondur. Bu sebeple eserinin bâbını ve faslını on ile sınırladığını izah eder.
Eser, Türk tasavvuf düşüncesinin ansiklopedisi olarak nitelendirilir. Eseri çekici kılan şey, Türkçe yazılması ve her bâbda kaçıncı bâbsa o sayıdaki şeylerin tasnifinin yapılmasıdır. Âşık Paşa, Mevlana’dan, Yunus Emre’den Süleyman Çelebi’den yani Türk tasavvuf düşüncesinin temel direklerinden yararlanmış olsa da telif bir eser yazmış; tercümeye yer vermemiştir. Kemal Yavuz 2000 yılında eseri dört cilt olarak her seviyeden okurun anlayacağı bir üslupta neşretmiştir.
Gelelim konumuza. Âşık Paşa, Garib-nâme’nin sekizinci bâbında sekizli şeyleri anlatır. Sekizinci bâbın beşinci kıssasında âşıkta görülen sekiz alametten bahseder. Bu hâlleri okurken buradaki ifadeleri edebî bir mübalağa değil, gerçekten yaşanılmış hâller olarak düşünmek gerektiğini vurgulamıştır. Bu sayılan hâllere inanmayanlara kendisine “âşık” adının verilmesini delil göstermiş “Onun canı bu aşkı tatmasaydı, o âşık adını alabilir miydi?” diyerek güvenilirliğini ortaya koymuştur. Böylece temelini âşık-sevgili düalitesinden alan anlatılardaki hâllerin aslında yaşanmış ve gerçek durumlar olduğu görülür. Bahsedilen alametlerin derlenmiş hali şöyledir[1]YAVUZ, Kemal (Haz.), Âşık Paşa-Garib-nâme II/1, TDK Yayınları, 109-131 s.:
II
Âşık Paşa, yine sekizinci bâbda “Tanrı’nın sekiz türlü âşık ve sevgili yaratması”ndan bahsederek “kendi güzelliğinin ışıklarını onlara düşürmüş bu yüzden âşık ve sevgili o nuru birbirlerinde görüp sevişmişlerdir.” diyerek altıncı kıssaya giriş yapar. Âşık Paşa, meşhur âşık ve sevgililerin neden halk tarafından duyulup bilindiğini ve niçin seven ve sevilen olduklarını feylosof bir tavırla sorgular. Daha sonra gerekli yerlerde ayet ve hadis iktibas ederek Allah’ın kendi kendine delil olup görünmeyi dilemesi üzerine her an kendisine bakmak için bir ayna dilediğini ve alemleri kendine ayna edindiğini, kendi aksini bunların üstüne bıraktığını ifade eder. Böyle güzelliği ile aşkı alemi kaplayınca insanoğlu neşeyle ortaya çıktı, der. Yani âşıklar birbirlerinin yüzünde Hakk’ın nurunu gördüğü için âşık olurlar. Burada sekiz hikâyede de her âşık-sevgili düalitesinden tek olan Hakk işaret edilerek “Sen asıl Hakk’ın sırrına bak,” denilir. Her hikâyede tekrar eden motif şudur: Her şey birbirine naz ve işve ederek hasretle bir şeye ulaşma çabasındadır ve bu ulaşılamazlıktan nice güzellikler ve nimetler çıkar:
Âşık u mâ’şuk içinde uşbu nâz
Padişâh sırrı-durur bu gizlü râz
Pes anun aksi gelür karşunuza
Âşık olgıl kim bakasın ol yüze
Bazen de aşk bir tabiat kanunu gibi görülüp henüz açıklanamayan şeyler dahi “aşk” temeliyle yorumlanmıştır. Her şeyin mebdesi ve meadı aşk olduğu gibi ma-beyne-huması da aşktır. Sekiz türlü âşık-sevgili hikâyesi kısaca şöyledir[2]YAVUZ, Kemal (Haz.), Âşık Paşa-Garib-nâme II/1, TDK Yayınları, 131-183 s.:
Yer, göğe karşı daima beklemededir, sabittir. Gök ise gece gündüz kararsızca şekilden şekle girerek dönmektedir. Gök yağmur yağdırmaz, hasret gözyaşları döker. Yer karşılığında coşup yemyeşil kesilir. Ağaçlar, kavuşma umuduyla göğe doğru uzar. Başarısız olunca şaşkına dönüp bükülür ve toprak olur. Kafasına altına oturduğu ağaçtan elma düşen Newton’ın hikâyesinden daha kaliteli şüphesiz.
Ay gökte Güneş’in aşkıyla döner durur. Güneş ise ışıklarını Ay’ın üstüne vurur, yani cilve yapar. Ay dolunay, hilal gibi şekilden şekle girip Güneş’e kavuşmak istese de biri varken diğeri yok olur. Böylece yıllar, devirler, zamanlar geçer ve değişir; ikisinin aşkı bitmez.
Yusuf’u görüp âşık olan Züleyha her şeyden; para, makam, şan, şöhretten vazgeçer ve aşkı için sabreder. Yaşlanıp koca karı olana kadar bu böyledir. Allah bu sabrı ve fedakarlığından dolayı ona ikinci bir ömür verir ve Züleyha Yusuf’a kavuşur, Mısır tahtı da makamları olur.
Yemen ülkesine sahip olacak kadar zengin ve itibarlı Hatice (r.a.) bir gün bir rüya görür. Rüyasında henüz hiç tanışmadığı Muhammed (a.s.) ile karşılaşır. Bir tabirciye anlatır. O da peygamberin gelişinin yakın olduğunu, Hatice (a.s.)’ın onun eşi olacağını müjdeler. Bunun üzerine Hz. Hatice Mekke’ye döner.
Sınıf arkadaşı olmalarına rağmen yedi yıl sonra âşık olan Mecnun halkın diline düşer, çöllere varır. Leyla, Leyla diye sayıklarken Mevla, Mevla diye sayıklamaya başlar.
Bülbül güle âşık olur. Kendinden geçer, yerlere düşer. Gül onu hep yadırgar. “Sen neden deli gibi oluyorsun? Sana yakışıyor mu?” diyerek bülbülün âşık halini hor görür. Adeta akıl verir. Naz eder, bülbülün aşkını yetersiz bulur. Bülbül ise güle baktığından Tanrı’nın sanatını gördüğünü, Peygamber terinin onda olduğunu söyler.
Sedef gün boyu ağzını açarak yer karnındaki denizin yüzeyine yaklaşır sonra dibe iner. Yağmurun yolunu gözler. Yağmur sedefin karnına girince sevgiyle inci olur. Nisan yağmurunun damlası ziyan olmaz, damlalar inciye dönüşür.
Allah canı yaratır, alemlere sultan eyler. Fakat bu padişahın oturması için bir taht lazım gelir. Vücut, anâsır-ı erbaadan yaratılır. Birbirlerini görünce severler. Vücut cana alet olur fakat hareketleri tene veren de candır. Arkadaş olurlar.
Dipnot