menu Menu
Logo Yengi Mecmua

Sahra-yı muhabbetde o divanelerüz kim

Mecnun-ı melametzede en akilimüzdür



SANA TERBİYEDEN SORARLAR Previous AŞKELON'DA SİRENLER ÇALIYOR Next

ŞİİR VE DUA

Geçtiğimiz ay Sezai Karakoç’un ölüm yıl dönümüydü. Allah rahmet eylesin. Benimse dikkatimi çeken kabri başında onu anmak için şiir okuyanların sanki münasebetsiz bir şey yapmışlar gibi ayıplanmasıydı. Söz konusu duyarı[1]Ki bence kökü çok daha derinlere uzanan Müslümanların kendi çağdaşlıklarını kuramayışından ileri gelen toplumsal, kültürel, siyasi ilh. her türlü problemin basit bir … Continue reading kendi arkadaşlarımda da görünce kafamda uzunca bir süredir dönüp duran majör birkaç problem tekrar gündemime girdi. Fakat şimdilik benim temas etmek istediğim nokta kabir başında aynı Kuran gibi pekâlâ şiir de okunabileceği. Derdim ise birçok şeyi şaşı gören şaşkaloz arkadaşlara “Önüne baksana kardeşim!” kabilinden bir gözlük uzatmak.

Her şeyden önce şiir, bir dua olarak karşımıza çıkma imkânına sahip, hem de Kuran okuma, namaz kılma vb. gibi pratik ibadetlerin dolaylı niteliğini aşan dolaysız bir yöneliş hâlinde. Çünkü dua, sıradan anlayışın (common sense) aksine basit bir dilek mekanizmasından öte, kulun kendi bulunduğu hâl içinden korkunç bir bilinç ve olağanüstü bir görüyle kendi durumunu ve dahi dünyasını kavradığı bir varoluş ve buna eşlik eden bir niyetlenmedir. Bahsi geçen dolaysızlığı da zaten buradan ileri gelir, çünkü dua bir varoluş olarak an’a, yani deneyime göbekten bağlıdır. Söz gelimi namazın içinde çocuğu olmayan birinin “Allah’ım bana katından temiz bir zürriyet ver” diye çağırmasıyla, çoluk çocuğa karışmış birinin aynı ayeti çağırması arasındaki fark bize duanın bir varoluş olarak en rafine hâlini verir. Hele bir de arkasından meleklerin seslenişini işitebiliyorsa vay o adamın hâline.[2]Âl-i İmran 38-39.

Duayı kurucu bir unsur olarak deneyim, kendi verdiğim bu örnekten bağımsız, aynı şekilde Kuran’da bahsedilen birçok kıssada da karşımıza çıkar, hatta Kuran üzerinden öğretilen neredeyse her duanın bağlamı çoğu kez, çok daha müthiş deneyimler karşısında edilen dualar ve akabinde, edilen bu duaların kabulü şeklinde cerayan eden kıssalardır.

Mesela artık kamuya mâl olmuş o meşhur dua, o ana kadar zaten bir çok badire atlatmış Ninovalı Yunus’un balığın karnında kim bilir ne tür bir sarsıntı ve koku arasında karanlığın içinden, görevden kaçmanın getirdiği suçluluk ve mahcubiyetle, o müthiş çaresizlikte ettiği dua değil midir?[3]Enbiya 87. Ya da güzelim Yusuf’un belki zaten gömlek hadisesinden duyduğu utançla onlara meyletme ihtimalini de zikrederek kadınların daveti karşısında dehşete düşüp onlardansa zindanı arzuladığı dua?[4]Yusuf 33. Bir anda bu büyük duayı dile getiren maruz kaldığı o müthiş an ve beraberinde getirdiği korku ve utanç değil de nedir? Ya bir mucize doğuracağını bildiği hâlde doğum sancısından bir köşede ”keşke bundan önce ölseydim de unutulsaydım” diye inleyen Meryem’e ne demeli, ona bunu dedirten o anda yaşadığı acı ve kimsesizlik değil midir?[5]Meryem 23. Veya bütün Kurani dualar bir yana, zalimin elinin altında inim inim inleyen Allah’la arasında perde olmayacağı vaadedilen, her şeyini kaybetmiş, benim burada bilmişçe varoluşun dehşeti diye anlatmaya çalıştığımı canıyla yaşayan mazlumun bedduasına ne demeli?

Bunlar yalnızca birer talep değil, birbirinden müthiş yaşantıların karşısında maruz kalınan çıldırtıcı deneyimin en saf yansımalarıdır. Bir müminin, hayatı; ama acıyla, ama utançla, ama hayretle kendi dünyasından hareketle idrak ettiği andır dua, varoluşun dehşeti karşısında kalakalmasıdır.

Buradan şöyle bir anlam çıkarılmasın, yalnızca böyle olağanüstü durumlarda bu dehşet yaşanır, hayır. Saçları örülü küçücük bir kız çocuğunun merdivenden inme çabasına şahit olmak kadar şiirsel ve naif, ya da bir âmânın yüzündeki ölçüsüz ifadeye muhatap olmak kadar tek taraflı daha nice esaslı an pekâlâ bu hâli yaşatabilir. Çünkü var olan her ‘şey’ müthiş birer şaşkınlık vesilesidir. Biz alışmaya görelim, çocuklar şaşkındır.

İşte şiir, alıştığımız, birçok kere tekrar tekrar ezberleyip kafamızda dolaştırdığımız dünyayı bir an için unutturmak suretiyle o çocuk şaşkınlığının üzerine olgunluğun getirdiği dehşeti de katarak bizi aniden dünyayla, içinde bulunduğumuz mekânda yaşadığımız an ile, yani varoluşun kendisiyle karşı karşıya bırakır. Dua o korkunç bilinçle nasıl ferdin bağrından kopup anı yırtıyorsa şiir de çağrıldığı anda ezber örtüsünü eşyanın üzerinden bir çırpıda çekip alır. Tutmuş karların içinden öyle bir çağrırım ki “ALLAH KAR GİBİ GÖKTEN YAĞINCA” diye o an derin bir yırtık açılır yaratılışın göbeğinde; mezardakiyle ben, ölüm ile varoluş, oradakiyle buradaki bir an içinde tek bir hâlde kaynaşır. Önümde mezar, üstü hep kardır:

Karın yağdığını görünce
Kar tutan toprağı anlayacaksın
Toprakta bir karış karı görünce
Kar içinde yanan karı anlayacaksın
Allah kar gibi gökten yağınca
Karlar sıcak sıcak saçlarına değince
Başını önüne eğince
Benim bu şiirimi anlayacaksın [6]Sezai Karakoç, Kar Şiiri’nden

İşte dua hâli bir inanan için böyle anlarda açığa çıkar, dehşet içinde insanın nutku tutulur, şimdi sade bir yakınlık vardır. Bu yüzden dua bir talep mekanizmasından öte şeylerin şey olmaktan çıktığı o dehşet anında aslolanla bir mukabele, tanıdık birisiyle hiç olmadık bir anda karşılaşma, ağırbaşlı bir selamdır—tanışıklığın temeli zaten duadan başka bir şey değildir ki, bir insan rabbiyle ilk nerede tanışmıştır, sakın ettiği o ilk dualarda olmasın.

Aslolanı kulun deneyimine sunabildiği için, tam da bu yüzden, dua, ve bu yazı odağında şiir, pratik ibadetleri önceler. Kuran okunur, namaz ikame edilir, salavat ise getirilir. Her şeyden önce bunlar birer eylem, izah etmeye çalıştığım üzere dua ise bir varoluş hâli, nicelerine göre ise bir makamdır. Burada kesinlikle bir hiyerarşi filan önermiyorum, tövbe haşa, fakat şurası muhakkak ki yukarıda bahsettiğim dünyaya alışma ile rutin dinî pratiklerin getirdiği alışkanlık arasında inkâr edilemez bir benzerlik vardır. Rutin ibadetler dinî tecrübeyi ister istemez biçimsel bir alışkanlık hâline getirme potansiyeli taşırken;[7]E on bir ayın sultanı Ramazan’a olan gösterişçi sevgimizi boşuna sanmayın. deneyimin faniliği karşısında çaresizlik ve acizle yaşanılan dua dünyaya her an çekilebilecek bir tabanca hüviyetindedir; öyle bir tabanca ki namlusu şiirle önce şakaklara dayanır.

Dipnot

Dipnot
1 Ki bence kökü çok daha derinlere uzanan Müslümanların kendi çağdaşlıklarını kuramayışından ileri gelen toplumsal, kültürel, siyasi ilh. her türlü problemin basit bir yansımasıdır bu duyar ve bu yazının boyunu aşmaktadır.
2 Âl-i İmran 38-39.
3 Enbiya 87.
4 Yusuf 33.
5 Meryem 23.
6 Sezai Karakoç, Kar Şiiri’nden
7 E on bir ayın sultanı Ramazan’a olan gösterişçi sevgimizi boşuna sanmayın.

dua muhammed ali tırnık sezai karakoç şiir


Previous Next

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Cancel Yorum gönder

keyboard_arrow_up