menu Menü
Logo Yengi Mecmua

Sahra-yı muhabbetde o divanelerüz kim

Mecnun-ı melametzede en akilimüzdür



ZİNA EDEN MEŞHUR İHTİYAR Önceki TÜRK ŞİİRİNDE AYAK FETİŞİZMİ Sonraki

REVOLUCİÓN DİYORUZ BAZEN, BAZEN STAR-SPANGLED BANNER!

Söylenecek olan şeylerin sırtladığı anlam yüküyle söylenmiş olan şeylerin taşıdığı hafiflik mevzuu bizim terazimizde eşit ayarda mı kalıyor? Bu soruya, şiir ile bir şeyler söyleyebilen insanlar olarak elbette hayır diyoruz. Eğer, yalnız şiir ile ilgili bir şeyler söyleyen insanlar olsaydık evet diyecektik. Bu bir şartlı öncül, belki de değildir bilemiyorum. Çünkü —ve elbette— şiirle bir şey söyleyen insanlar, yine şiirle ilgili bir şeyler söylemiş oluyor. Ancak yalnız şiirle ilgili bir şey söyleyenler, şiirle ne söylediğinden ziyade, şiirde neyin söylendiği gibi bir “ifade fetişizmi”ne râm oldukları için “evet” demeye kurban haldeler.  Dadaist değilim, yanlış anlaşılmak istemiyorum. Dediğim şeyin estetik kaygıyla da akrabalık bağı dışında bir devresi yok. Şunu diyorum sadece, şiir elbette bir şey söyler. Şiir, elbette bir şeyi bir şeyleri kullanarak söyler. Şiir, elbette bir ifadeyi “şiir” kılacak şekilde söyler. Ancak burada yalnız şiirin söylemiş olduğu son iki “şey”e girersek ortada ne söz kalır, ne şair. Şiirin formel bir nitelikte boğuluşu, söyleminin “saf anlatı” odaklı oluşu ve söylenilecek olanı söyleyip bir atığa dönüştürmesi şiiri şiirlikten, şairi de şairlikten çıkartır. Bu anlatı odağında iki örnek ehemmiyet arz ediyor. İlki Ziya Gökalp’in anlatıcılığı, diğeriyse Ahmet Kutsi Tecer’in şairliği.

Ahmet Kutsi Tecer’in “Orda Bir Köy Var” şiirini biliriz. Bir de Ziya Gökalp’in “Vatan” anlatısı vardır, onu da çokça duyarız. Şimdi, iddiamız uğruna bu iki materyali bir miyarda irdelememiz gerekiyor. Hangisi şiir, hangisi değil? Birinin şiir olmadığını biliyoruz, ya ötekinin? Bir noktada bu iki örneğe de birden şiir ya da değil demek mümkün değil. Çünkü bu iki şey, şiir olmaklıklarında tamamıyla bir zıtlık arz ediyorlar. Bakınız, tamamıyla diyorum. Mesela divan şiiri ile halk şiiri de birbirinden ayrı şeylerdir, fakat bu bizi “şiir” yahut “şiir değil” gibi bir ikileme götürmez. Şiirdir ikisi de. Ancak hâlihazırda irdelediğimiz bu iki şey, bir zıtlığın meselesidir. Niçin? Biri “Orda Bir Köy Var” der, çünkü. Şiirin buradaki ideal arzusu, bizi “Sözü söyledik, şimdi gidelim.” gibi bir duruma götürmüyor. Şiir bir şey söylüyor burada. Şair bir şey anlatıyor ve şiir bir şey söylüyor. Diğerinde ise şu gibi bir hâl var, “Bir ülke ki camiinde Türkçe ezan okunur.” Türkçe ezanın okunmadığı yer, Türk’ün vatanı değildir yani. Sığ mıyım… yahut beni şairin anlatmak istediği şeyi anlamamakla mı suçluyorsunuz? İdeal arzusunu şiire söyletmiyor bu mısra. Ziya Gökalp söylüyor bunu, şiir bir şey söylemiyor. Şiire bir şey söyletecek bir gücü yok bu söylemin. Direkt, “Söyledim ve hafifledim.” diyor. Nihayetinde “lafz”ı metabolizmasında eritip haz ve heyecan odaklı, sönücü bir madde haline getiriyor. Ya Tecer? Bu adam yalnızca bir gurbet türküsü mü tutturmuş da gidiyor? Köy ne? Köy kimin? Nerede kaldı bu köy?

Küba Devrim Marşı, “Yürüyoruz, ideal uğruna yürüyoruz!” diye başlatılıyor. En sonda da, “Sen ölmeyeceksin ey devrim!” değil, “Çok yaşa ey devrim!” diye bitiriliyor. Burada bir şey söylenmiş. Nihayetinde Kübalılar, bir zamanlar bu marşı her gün söylüyorlardı. –Dı diyorum çünkü bu marş, hâlâ daha dillerde dolaşsa da, eski niteliğini taşımıyor artık. Devrim öldü. Marşın içinde geçen “doyumsuz zorbalar”, “halkın isteği” ile pazara geri döndüler. Küba’ya serbest piyasa girdi. Tıkırında bir liberalizm akıyor artık Küba’nın damarlarında. Bu, söylenilmiş olanın hafifliğidir. Marşlar etkileyicidirler ve fakat onlar, söylenilmiş olanı, söylenilecek olan olmaktan her geçen gün daha da uzak hale getirirler. Bu sayede ideale bağlılık söylemleri her geçen gün gerçekliğini kaybettirir.  Amerika’nın bu kadar “ideallerine bağlı” gözükmesinin nedeni de haddizatında “rüya” olmasından kaynaklı bir durumdur. Söylenecek olan ile söylenilmiş olanın Amerika açısından bir farkı yoktur. Amerika’ya şair demiyorum, rahat olun. Amerika’yı bizzat şiirin yöntemini kapitalistçe kullanan bir sansar olarak görüyorum. Kendi akademilerinde baş gösteren Marksistlerin “aykırı” söylemlerini gönül rahatlığıyla bağırlarına basabiliyorlar. İdeallerine yan çizmemek uğruna değil bu yaptıkları, Marksistlere bir rüya alanı açmak için yapıyorlar tüm bunları. Dışarıya da “Amerika’nın ‘yüce hürriyetçi idealleri’ne set çekmek kimseye yakışmayacağı için daha çok konuşturuyorlar” izlenimi veriyorlar. Kendi akademilerinde söyletiyorlar o sözleri ve yazılarını yine kendi mecralarında yayınlıyorlar. Sözü çöpe atmıyorlar, geri dönüşüme götürüyorlar. Her gün yeniden yıkıyorlar onu ve fakat yine de tasarruflu kullanıyorlar. Küba, bunu yapamadığı için yenildi. Rüyaya bu yüzden ortak oldu. Umarım biz, “Korkma!” emrine takılıp düşmeyiz.

Ahmet Kutsi mahmut özkul selman Ziya Gökalp


Önceki Sonraki

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İptal Yorum gönder

keyboard_arrow_up