XIX. yüzyılın ikinci yarısı itibariyle başlayan matbu edebiyat, siz bu yazıyı bilgisayarınız yahut telefonunuzdan okurken sona erdiği için hatamızdan geri dönüyoruz. Hatamızdan daha sonra bahsedeceğim.
LAPS. Dergi çıkarmanın ve hatta dergi okumanın mantığını sorgulamak durumundayız. Zira gerek toplum hayatımızdaki gerek kültür ve sanat anlayışımızdaki değişimleri süreli yayınlar ile takip edemeyecek durumdayız. Şayet edebiyat hâlâ, “bir milletin fikrî ve hissî hayatını göstermek” göreviyle mükellef kılınıyorsa artık ondan daha hızlı hareket etmesi beklenmeli. Çünkü biz, eski anlamda, hiçbir şeyin künhüne vakıf olamayacak bir kuşağız. Bilgiyi hiç olmadığı kadar hızlı bir şekilde eskitip önemsizleştiriyoruz. Bu elbette tercihimiz değil, kaderimiz.
Süreli yayın olan dergi ve gazeteler, hakkında araştırma yapılmak istenen örneğin bir şair için, önemli bir süre boyunca birincil kaynak teşkil etti. Bu süreç, merhum Sezai Karakoç ile tamamlanmış görünüyor. Mesela İsmet Özel, milletin hafızasında kendi sesiyle yer edindi. Bunu, takdir edersiniz ki kayıt sistemlerinin, edebiyat alanında işlevselleştirebilmesiyle açıklayabiliyoruz. Onun daktiloyla yazdığı şiirler ile bilgisayarla yazdığı şiirler arasındaki fark dahi gözlemlenip yazıldı. Ondan sadece epik bir ses doğmadı, onunla sözün fışkıracağı alan zenginleşti. İsmet Özel çalışacak biri bugün onun katıldığı TV programlarını, İstiklal Marşı Derneği’nin video kayıtlarını yahut şiirlerini seslendirdiği kasetleri görmezden gelebilir mi? Elbette gelemez. Görmezden geldiği takdirde İsmet Özel’in ancak matbu edebiyattaki görünümünü ilgililerine sunmuş olacaktır.
Bugün yaşı 30’lara dayanan şairlerin, süreli yayınlarda, şiirleri haricinde ne kadar eser kaleme aldığını net olarak bilmesek de tahmin yürüterek kolaylıkla sosyal medya paylaşımlarından çok daha az sayıda eser ürettiklerini söyleyebiliriz. Bir sosyal medya gönderisi ile matbu bir eseri mukayese etmek mantıklı görünmüyor olabilir. Ancak şairin refleksini bugün süreli yayınlardan ziyade sosyal medyadan gözlemliyor oluşumuz, bu mantıksız görünen mukayesenin doğuşunu anlamlı kılıyor. Şöyle bok bok cümleler kurmuyorsanız tabii: “Bana ne şairin hayatından, ben şairlerin yalnızca şiirleriyle ilgileniyorum.”
Şiire ilk adımlarını atan körpe şairler söz söylemeyi yahut yazmayı, ilk olarak kâğıt üstünde tecrübe etmiyor artık. Zihinleri süreli yayın yavaşlığında çalışmıyor en önemlisi. Günlük yayın yapan gazetelerin anlık yayın yapan internet siteleri var. Yani 24 saat bile bilgiyi iletmek için çok uzun bir zaman dilimi artık. Nitekim şiirlerini pahalı kalemlerle klasik defterlere yazan ve artık yaşlı sayılabilecek şairler dahi sosyal medya hesaplarını titizlikle kullanıyor. Bunu, sayfada gözetilen titizliğin dijital mecralara aktarılması olarak dahi okuyabiliriz. Halbuki titizliğin zaman zaman pespayelik kabul edilebileceği bir iletişim dünyasının içindeyiz.
Bütün bunlar doğal bir gelişimin sonucu. Ancak edebi yayınlar -edebiyat, estetik gücü sebebiyle kısa sürede çok daha kuvvetli bir gelenek oluşturduğundan- bu değişimin bir parçası olamadı. Halbuki süreli yayınlarda gelişen edebiyatın toplumsal değişimi göstermedeki canlılığı tartışma konusu bile değil artık. Paranız varsa ve mahirseniz kaliteli ansiklopedik dosyalar hazırlarsınız en fazla, olur biter.
LAPS. Biliyorsunuz, matbu Türk edebiyatının tarihi, Batı’da gelişen matbu edebiyatın tarihinden hayli kısa. Ancak matbu Türk edebiyatının tarihinin; Batı’da gelişen edebiyat deneyimlerini de omuzladığından, daha kısa olduğunu bilsek de daha kısır olduğunu söyleyemeyiz. Ama şöyle de bir olay var ki edebiyatımızda, günümüz iletişim teknolojilerini merkeze aldığımız takdirde, yalnızca kendi tecrübe ve deneyimlerimizle, hiçbir komplekse maruz kalmadan, baş başa kalabiliyoruz. Buradan yola çıkarak ruhumuzda gelişen Türk şiiri tahassüsü, yeryüzüne başlı başına kök salacak bir kuvveti ihtiva ediyor.
Yayın hayatına girdiğinden bu yana matbaanın edebiyatımızı nasıl şekillendirdiğinden bahsedip duran Yengi Mecmua, bir yandan da matbuat faaliyetleriyle kurulacak edebiyat hareketlerinin bir paradigma oluşturamayacağını vurguluyordu. 2013 yılında Gezi, tamamıyla sosyal medya üzerinden, anlık manipülasyonlarla yönetildi. 15 Temmuz 2016’da FETÖ’nün darbe teşebbüsü, Erdoğan’ın FaceTime kullanarak halka çağrıda bulunmasıyla engellendi. Bütün bunlar olup biterken bir edebiyatçının aklına şu soru gelmeli: Şiirin hızı, bir savaş çağrısının hızına erişmeli mi?
Biz bu soruya ilkin, büyük bir hata yaparak cevap verdik. Hatamız şuydu ki Yengi, şiir ve diğer edebi faaliyetlerin, çağın medyasıyla teşekkül etmesi gerektiğine olan inancı ile 7 sayı yayınladı, süreli yayın olarak var oldu. Bundan böyle hızla akan zamanın ensesinde bulunacağımızı beyan ediyor ve Yengi’yi süreli olarak yayınlamaktan vaz geçiyoruz. Ne yazdıysak, neyi kaydettiysek onu, en taze haliyle muhataplarıyla buluşturacağız. Sevgiler.