Görselliğin günümüz sanatlarına etki gücü, bazen bizi geçmişte görselin kullanılmadığı zannına itebiliyor. Görselin oluşturduğu gücün yoğunluğu dolayısıyla, onu söz konusu etmeyi, zaten oldukça maruz kalınan bir şey olduğu için ihmal ediyoruz. Mezkur ihmal etme hususuna binaen bu yazıda, edebi eserlerdeki/kitaplardaki görsel kullanımını, A.Ali Ural’ın son kitabı Kâğıda Sarılı Rüzgâr bağlamında ele alacağız.
İnsanın tabiatı itibariyle tezyine/süslemeye temayülü vardır. İnsanlar olarak bizler, her şeyimizi yaptığımız gibi kitaplarımızı da çok eski tarihlerden bu yana süslüyoruz. Bu bağlamda tezhip sanatını kitap süslemelerinin örneklerinden biri olarak zikredebiliriz. Ayrıca hat sanatı da bu kategori altında değerlendirilebilir. Hatta hat sanatının doğrudan doğruya yazının bir süs haline getirilmesi olduğu söylenebilir. Ancak bazen bütün bunların dışında, anlamın açığa çıkması ve okurun zihninde mananın daha net canlanması için de görsellerin kullanıldığı kitaplar vardır.
KİTAPTA GÖRSEL KULLANIMI: KLASİK VS. MODERN
Klasik dönemde, bir kitabın hazırlanması için kağıdının hazırlanıp boyanması, aherlenmesi, cetvellerinin çekilip tezhiplenmesi, ciltlenmesi vb. işlemler, çok titiz bir çalışma gerektiren, kitaba artı değerler kazandıran, konunun açıklanmasını kolaylaştırıp ifade gücüne tesir eden renkli bir anlatım yöntemi oluşturmuştur [1]Türk İslam Sanatları Tarihi El Kitabı, (ed.) Abdülkadir Dündar, Grafiker Yayınları 2020, sayfa 384. Ayrıca klasik Türk sanatlarında yazı, muhtevasından bağımsız olarak estetik bir değer olarak da gelişmiştir. Bunun sebebi, İslam geleneğinde resim ve heykelin hoş karşılanmamasıyla açıklanmıştır. Heykel ve resimden uzak duran klasik dönem sanatkarı, yazıyı cisimleştirme ve yazıya ilişkin görsel üretme yoluna girmiştir.
Dolayısıyla bir konunun anlatılması için görselin kullanımının, klasik dönemden bu yana güzel etkili bir anlatım türü olduğu söylenebilmektedir. Sözlü kültürden yazılı kültüre geçiş, bir kayıt vasıtası olarak görseli az ya da çok hayatımıza sokmuştur. Ancak klasik görseller ile bugün görüntülediğimiz görseller arasında önemli farklar vardır. Öyle ki yazı, çeşitli nesnelere tekabül eden çizgilerin sembolleşmesi yolu ile meydana gelmiş ve dolayısıyla bir hafıza oluşturmuştur.
Klasik dönemde kâğıt, kalem ve yazı olmadan kitabın sayfasında görsel de olmayacaktır. Oysa bugün için böyle bir durum söz konusu değildir. Matbaa Türk topraklarında geliştikten sonra da kitaplarda görsel kullanımına yer yer başvurulmuştur. Bu görseller, bazen bir anlam ifade etmesi için, bazen kitapta geçen bir ifadeye telmih olması için bazense sadece kendi başına bir süsleme sanatı olması için var olagelmiştir. Aradaki fark ise hattatın yazması, matbaanınsa basması olmuştur.
MATBAANIN KİTAP SÜSLEMELERİNE ETKİSİ
Matbaa çizilmiş görseli basıyor, çoğaltıyordu. Matbaa ile kâtibe duyulan ihtiyaç ortadan kalkarken kâğıda duyulan ihtiyaç hala ortadan kalkmamıştı. Bugünse dijital teknolojiler dolayısıyla görselin sunumu için kâğıda ihtiyaç duymuyoruz. Hatta bir şeyin yazımı için de kâğıda ihtiyaç duymuyoruz. Yazıda ihtiyacını hissettiğimiz şey aslında harfler. Bugün konuşarak yazmaya başladık bile, biz söylüyoruz, Google yazıya geçiriyor. Aslında buradaki yazıya geçiriyor ifadesinin ağız alışkanlığı olduğunu söylemem lazım. Aslında harflere dönüştürüyor, biz bu dönüştürmeyi yani ekranda birkaç harfin birleşimini yazı olarak isimlendiriyoruz. Oysa bu yazı ile geçmişte var olan yazının aynılığını sorgulamak gerekmekte.
Twitter’da flood okumakla dergide yazı okumak, seri basılmış bir kitap okumakla el yazması bir kitabı okumak arasındaki farkları iyi düşünmek iktiza ediyor. Görsel şiir ile matbaanın görsel imkanları zorlandı. Matbaanın şiire görsel olarak sunabilecekleri gösterildi. Bu, bizim matbaaya duyduğumuz ihtiyacın devam ettiği son zamanlara rastladı. Matbaaya duyulan ihtiyacın ortadan kalkmasıyla yazının ve görüntünün sunduklarının, matbaa ile bağlantısız, matbaayı hesaba katmayan, matbaanın dışında bir mecraya taşınması bir zorunluluk haline geldi.
URAL’IN SON KİTABI BAĞLAMINDA KİTAP-GÖRSEL İLİŞKİSİ
Kısa bir girizgahtan sonra Ali Ural’ın son kitabı “Kağıda Sarılı Rüzgar” hakkında konuşmak istiyorum. Kitapta her şiirden önce gelecek şiirle ilgili illüstrasyonlar bulunuyor. İllüstrasyon sanatı da Karabatak’tan ve Şule’nin bastığı kitaplardaki görsellerden hatırladığımız Ayşe Ural tarafından icra edilmiş. Bu illüstrasyonlar kitabı zenginleştiriyor şüphesiz. Bu tarz illüstrasyonların bazen okurun zihnini tek tarafa yönlendirdiği zira imgeyi somutlaştırdığı düşünülebilirse de mezkûr kitapta böyle bir durumun olmadığını belirtmek gerek. Aksine illüstrasyonlar da yeni imgelere yol açabilecek, okuru düşüncelere daldıracak biçimde okuyucuya sunulmuş. Ancak kitap bağlamında illüstrasyonlar şiire dahil değil, şiire ilişik ve şiirin dışında. Bununla birlikte resimlerin yalnızca kitap süslemeleri olduklarını iddia etmek de güç. Kitapla, şiirle bağlantılı çizimler çünkü.
Biraz da kitabın şeklî özelliklerine değinelim. Kitapta toplam yirmi yedi şiir var. Kitap “sen şiiri seç”, “sen kılıcı seç”, “sen hilali seç” şeklinde üç ayrı bölümden oluşuyor. Her bir bölümde dokuzar şiir var. Ayrıca kitaptaki ilk şiir de “Üç Kere Dokuz Yirmi Yedi” adlı bir şiir. Bu şiirde de üç kıta ve her bir kıtada dokuzar mısra var. Bu tarz şeklî motifler şiirin belki doğrudan kendisine katkı sağlamasa da kitabın ahengine, düzenine tatlı bir dokunuş yapıyor. Kitabın son bölümünün İslami motiflerle daha çok yoğrulduğunu görüyoruz. Muhammed Ali’ye, Akif’e, Yunus’a atfen yazılmış şiirlerin yanında peygambere hitap eden, Kudüs’ü işleyen şiirler de son bölümde.
Ural, kitabında meşhur Platon versus şair meselesine de değinmeden geçmemiş. Felsefecilerle şairler arasındaki gerilime hoş bir katkı yaptığını düşündüğüm mısralarını buraya almak istiyorum. Şöyle diyor Ural: “şairler seni lanetleniyor platon şairler seni / el yazısıyla ayak yazısıyla omuz yazısıyla dirsek / yazısıyla kovacaklar seni akıl rüyalarından / yağmurun altında kitap okumak kim sen kim” [2]A. Ali Ural, Kağıda Sarılı Rüzgar, Şule Yayınları, sf. 24.
Ali Ural’ın kitabının her bir şiirinden önce bir çizim bulunduğunu söylemiştim. Buraya örnek bir şiirden mısralar ve bir de çizimi alacağım ki söylenmek istenen daha net görülebilsin. Şiirimizin adı “Fincan”. Şöyle başlıyor şair: “denizin fincana sığmasıdır bu adamın gülümsemesi / kızın telveye bakmadan söylemesi deniz köpüğüdür bu” ve şöyle bitiriyor: “bulutlar geçti seyretmeye devam ettik biz / gökyüzünde vızır vızır işledi bulutlar / penceremizde göz aydınlığı fincanlar elimizde / Allah’ın emriyle yağmur suyu içeceğiz” [3]A.g.e sf.33
Bu yazı, aslında kitabı derinlemesine incelemeyi hedeflemiyor. Yazının ana amacı çizim ve görselin bir şiir kitabındaki konumuna işaret etmek olduğu için şiirlerin muhtevasını ele almadım. Evet, kitapta görselin tasallutu yoktu, bir görsel şiir örneği de görmedik. Ancak bu kitaptaki çizimlerin, geçmişteki kitap süslemeleri gibi olmadığı da açıktır. Çizimler, şiirlerden sonra şiirlerle ortak bir kompozisyon oluşturmak için üretilmiş gibi görünüyor. Dolayısıyla önce gelen hala yazılan şiirdir bu kitap özelinde. Ancak görselin şiire doğrudan dahil oluşu ve şiirin kendisi oluşu da hafifsenemez bir şeydir. Tarih, kendisine karşı gelenleri mağlup etmede mahirdir. Son olarak görselin şiirle uyumunu izah etmek adına, A.Ali Ural’ın Sezai Karakoç için yazdığı Kesik Dans’tan birkaç mısra ve şiir için çizilmiş görseli ele alalım. Resimde gerçeküstü iki derviş kollarındaki maskelerle birlikte bir tür cezbe/dans halinde. Karakoç’un irtihalini hatırlatan bu şiiri temsil eden çizgi, maske ve pandemi ilişkisi kurarak bir tür tarih düşme hüviyeti taşıyor da denebilir. Ayrıca çizginin şiiri ihlal ettiği anlam boyutlarıyla da karışılabiliyoruz:
“dans ediyorar aralarında bir buçuk metre
eller birbirine değmeyecek asla” [4]A.g.e sf.48.
Dipnot