menu Menü
Logo Yengi Mecmua

Sahra-yı muhabbetde o divanelerüz kim

Mecnun-ı melametzede en akilimüzdür



BELAGATİN FİZİKSEL İMKANLARI Önceki SÖYLENİLENDEN OKUNANA ŞİİR Sonraki

SEN KENDİNİ BİLMEZSEN BU NİCE İLETİŞİM KURMAKTIR

Bilmek” kavramının kendisi Antik Yunan’dan günümüze her ne kadar farklı söylemleri bünyesinde barındırsa da Jacqueline Russ‘in ifadesiyle “tek bir tinsel oluşum“dan mürekkep Batı Düşüncesi içerisinde takriben 16. yüzyıla kadar aynı anlam alanını işgal etmiştir. 16. Yüzyıl ontolojik sorgulamaların, varlığı anlama ve yorumlama adına bir eşik olması sebebiyle bu “tek tinsel miras”ı -cesur bir ön kabulle- iki temel ayrıma tabi tutarsak 16. yüzyıldan sonraki süreç bu varlık tasavvurunun tersyüz olduğu ve yeni düşünsel-eleştirel kanalların açıldığının göstergesidir. Sokrates‘in “kendini bil” düsturu üzerinden okuyabileceğimiz bir “bilgi-bilmek” yolculuğu da erdeme ulaşacak menzilin bidayeti mesabesindedir ve bu yönüyle de avamdan azade yalnızca seçkin bir kesimin yönelebileceği erdem yolunda bilgi(knowledge), hakikati anlamanın bir aracıdır. Demokrasiyi bu nevi bir meselenin paralelinde inceleyecek olursak genel kabulün ötesinde ” yönetim erkinin tek bir kişi ya da grubun değil; halkın (neye göre ve nasıl tanımlanıyorsa) tümünün iştirakiyle belirlendiği bir rejim” olduğu kadar sosyolojik nazariyesi çok daha kompleks bir siyasal kavramdır. Toplumun -aşağı yukarı- tüm kesimleri için kamusal alanda imkanlara ulaşma noktasında büyük uçurumların ya da katı sınıf ayrımlarının olmadığı bir içtimai düzen olarak bunu özetleyebiliriz. Bu bağlamda tarihsel süreçte bilginin serencamı gerek retorik gerekse de sosyolojik değişimi onun seçkinlere has ya da kitlesel olması ile doğrudan bağlantılıdır ve ihtiva ettiği anlam/kıymet/öz de bu iki fenomen arasındaki uçurumla uygunluk arz etmektedir.

Yukarıda da bahsi geçtiği üzere “bilgi” kavramı antikitede sınıfsal bir yapıda ve dolaşımı halinde de ancak imtiyazlı insanların ulaşabileceği ve sadece bu yönüyle dahi kıymetli bir yapıdadır zira kuyumcu altınla iştigal eder lakin herkes ona ulaşamaz. İlerleyen süreçte de kilise egemenliğinde dolaşıma sokulan bilgi için de hemen hemen aynı şeyler söylenebilir zira bilgi iktidar aygıtının izin verdiği ölçüde kitselleşmekte ve bu kitleselleşme öncesinde bilginin ne derece tahrif edildiği de seçkinler dışındaki sınıf için bir muamma olarak kalmaktadır. Özellikle modernitenin üç sacayağı sayılan Descartes, Bacon ve Newton ile denge unsuru tamamıyla dönüşüm yaşam Batı Düşüncesi için dünya tasavvuru ve buna bağlı olarak da “birey”in ve “kitle”nin durdukları yerler ezberleri alt üst etmiştir.

Gutenberg Galaksisi‘nin babası Marshall McLuhan lineerlikten uzak ve yer yer döngüsel olan bir tarih okuması yaparak tarihi kabile, edebiyat, basım ve elektronik çağlar halinde kategorize ederek nutka sahip natıkların yani insanların ortak payda belledikleri alfabe ve seslere anlam verme hadisesi vasıtasıyla içtimai örgütlenmeler kurduklarını ifade etmişlerdir. Basım Çağı’nda ise Avrupa’nın kendi yeniçağı olarak benimsediği bir devrede “teknik vasıtasıyla yeniden ve çoklu üretim” aracılığıyla bilginin dolaşımı hızlanmış ve seçkin/sınıfsal yönü ağır ağır aşınmaya başlamıştır zira Fransız Aydınlanmasıyla kitlenin “halk” olarak yüksek bir mevkiye çıkması( Rousseau‘nun halkın istencinden çıkan egemenlik anlayışının yine ona ait olduğu tezi) da bilgiye ulaşımı hızlandırmıştır. 19. yüzyılın sonlarına doğru etkisini arttırarak 20. yüzyıla taşan “bilim ve teknik” kavramları ve bunun ideolojik bir dökümü haline pozitivist anlayış yegane doğru yerine koyduğu bilimsel bilgiyi iktidara getirerek kimi rejimlerin direnç noktası olmuş ve dayatmacı karakteri ile halkı/kitleyi bu “yegane gerçek” doğrultusunda davranmaya icbar etmiştir gelgelelim bu süreçlerin yaşandığı dönem bir dünya ve varlık tasavvuru geliştirmeye müsait bilginin dolaşımda olduğu ve ulaşılabilirliğinin görece arttığı dönemler olarak da söylenebilir ve bu süreç çift yönde akan iki menfezin doğmasına sebep olmuş bir yandan kültür-sanat ürünün kitleselleşerek avamileşmesi öte yandan da seçkinlerin idaresinden sıyrılarak halkçı bir konuma evrilmesidir.

Post modern düşünceye geçişin eşiklerinden biri olan Frankfurt Okulu ve düşünürleri üzerinde durmakta fayda var. Meslenenin asli noktasını “teknik” ve “yeniden üretim” noktasına çektiğimiz takdirde bir türlü göremediğimiz büyük resim ve yukarıda işlediğimiz felsefi serüveni “teknik” bahsi üzerinden özetleyebiliriz. Şöyle ki, insanların gündelik hayatını alt üst eden teknik vasıtasıyla yeniden-çoklu üretim sanatın veya görsel kültürün de bir anda farklı bir veçheye bürünmesine sebep olmuş ve tek elden emek gerektiren, üretildiği sürenin tüm izlerini, kıymetini Walter Benjamin’in tabiriyle “kült” özelliğini bünyesinde bulunduran “eser” teknik ile yeniden-çoklu üretime tabi tutulmuş ve “kült” özellik artık “eser”i terketmiştir. Benjamin’in ifadesiyle bir sanat eserinin sanat eseri olmaklığını berkiten unsur onun “aura”sıdır. Bu da onun “burada” ve “şimdi”liği vasıtasıyla teşekkül eden bir hususiyet olması sebebiyle “teknik vasıtasıyla yeniden üretim eserin “biriciklik” tarafını yıkarak aslında sosyalist bir ideal için mihenk taşı olabilecektir. Görsel kültürdeki bu devrim “kültür”ün tüm alanları için geçerlidir. Kitap uzun uğraşlar sonucu değil az emekle kısa sürede tekrar okuyucuya sunulabilme imkânına kavuşmuştur. Gelgelelim bir çok Avrupalı Düşünür bu yeniden-çoklu üretimin “Aydınlanma”nın vardığı menzil gibi istenenin aksine bir hüsranla sonuçlandığını ilan ederek büyüyen ve dahi gelişerek halka açılarak feodal yapıları hercü merc edecek olan yeniden üretimin yeni bir hegemonya kurarak-Frankfurt Okulu aydınlarının tabiriyle- global bir “kültür endüstrisine” dönüştüğünü ifade etmişlerdir. Basım Çağı Endüstri Toplumu’nun sosyal organizasyonunun ve siyasi kurumlarının, ekonomik döngüsünün süregeldiği bir dönem olarak devam etmiş ta ki yirminci yüzyılın ilk çeyreğinden sonra elektriğin hayatın tüm sahalarında aktif olması ile beraber “bilgi”nin içtimai durumu ve organizasyonel konumunda büyük bir devrime ve bunun akabinde de daha büyük devrimlere kapı aralamışlardır.

Bu felsefi ve sosyolojik serencam dikkatle incelendiği takdirde -“bilgi”nin paylaşılması ve dolaşımı meselesine atıfla – Daniel Bell’in adlandırmasıyla “Post Endüstriyel Toplumlar”da McLuhan’ın okumasında ise “Elektronik Çağ”da o güne kadar görülen sosyal reformların daha önce hiç olmadığı kadar eskiyle arasının açıldığı görülecektir zira daha evvel edilgen konumda olan ve insani ilişkilerle şekillenmeye meyyal “iletişim” ve “iletişim araçları” yapısal bir konuma erişmiştir. Endüstri sonrası toplumların bir hususiyeti olarak geleneksel (kadim) dönemde emtiaya ulaşmanın zorluğu seri üretim ve açık pazarlar, küreselleşmenin de etkisiyle kolaylaşmış ve seri üretim vasıtasıyla oluşan mal fazlası sadece maddi eşyaları değil aynı zamanda “bilgi”yi (information) de kapsamaktadır zaten teveccüh gören süreli yayınların radyo ile birleşmesi ile var olan durum daha da ilerleyerek bilgi sınıfsallığı kırmaya başlayarak çok daha ulaşılabilir hale gelmiştir.

Öte yandan, Marshall McLuhan’ın gerek iletişim literatürüne gerekse de düşünce tarihine damga vuran meşhur aforizması bu anlatının aslında görünenden farklı olduğunu ortaya koymaya namzettir: “ The medium is the messageMcLuhan bu cümlesiyle formun içerik üzerindeki gücüne işaret etmiş ve kalıbın içine ne koyarsak koyalım onun kalıbın şeklini aldığını söylemiştir yani “bilgi”(knowlodge) kavramı teknik vasıtasıyla yeniden üretime yahut iletişim araçlarıyla kitleselleştirilmeye tabii tutulduğu takdirde yapı bozuma uğrayarak dolaşıma girerken bulunduğu vaziyet ile aracın anlama iştiraki sonucunda çıkan anlam aynı değildir.

Özellikle ikinci dünya savaşından sonra totaliter-faşist rejimlerin manipülasyonları sonucu “kitleselleşme” had safhaya vardığı Avrupa’da bir kurtarıcı gibi görünen “iletişim” disiplininin internet gibi katılıma açık ve hayli demokratik bir ortamın ufukta görünmesiyle insanlar nazarında bu ümidi berkitmiştir. İnsanların sadece muhatap kalmadığı aynı zamanda muhatap alındığı ve radyo televizyon gibi “hipodermik şırınga“nın malzeme edildiği araçların aksine internet kişinin ferdligini koruyarak yer bulabildiği bir sistem olarak “ağ toplumu” nun taşıyıcı unsuru olmuştur ve fakat Manuel Castells‘in “İnternet durdurulamaz” diyerek mevcut vaziyetini tahlil ettiği internet çoğulcu ve demokratik oluşuyla takdir görürken insanların üzerinde ayrı bir hegemonya kurarak çağdaş bir “panoptikon” üretmiştir.

Antikiteden itibaren “bilgi” ve bu bilgiye ulaşma uğrunda kendince feodalleri ekarte etmek idealiyle işleyen bir çarkın tıkandığı nokta kendi devriminin çocuğu haline gelmek olmuştur zira “post truth ve fake news” eşiğinde kümelenen Enformasyon Toplumu gerçekle yalanın yer değiştirdiği bir durakta mola vermiştir. Aslında lineer aktığı öngörülen tarih bir döngüsellikle tekrar aynı yere varmış ve Avrupa’da postmodern (ya da öyle olduğu varsayılan) aydınların yapı bozuma uğrattığı “Aydınlanma Düşüncesi” ve akabindeki modernite hareketi Hegel’in Descartes takdirlerinde “rasyonalitenin fırtınalı bir sulardan güvenli bir limana varışı” olarak ifade edilmişken “bilgi”nin geldiği nokta onun belli bir sınıfın egemenliği altında kalarak halkın bu bilgiye ulaşımının yine bu egemen sınıfın izin verdiği nisbette devam etmektedir ve “simülakr/simülasyon”larla karşı karşıya kalan insanlık bağımsızlık savaşında kuşandığı teçhizatların demir kafesine konularak insanlığını sorgulatacak kıvama gelmiştir.

Buraya kadar var olan serüvenin büyük kısmı insanoğlundaki nutkun belli kalıplara, araçlara ya da metodlara göre yeniden inşasının ta kendisidir zira sözün araç bünyesinde bir harekete girişmesi çoğunlukla sözün öncesi ve sonrası arasına bir fark koyar. Meselenin bam teli kabilinden amacı “okumak” fiili ile terkip kurarak dinleyen odaklı bir çerçeve çizen şiiri “söylemek” merkezine çekerek onu tekrar şaire yanaştırmaktır ve yine bu yolla aracın kendi esaretinde can çekişen sözün/bilginin/mantığın/logosun hürriyetine bir nebze de olsa katkıda bulunarak ona alan açmaktır.

Son Söz:

“şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin

kaypak ilgilerin insanı, zarif ihanetlerin”


Önceki Sonraki

keyboard_arrow_up