Modern şiirde anlamın yerini soranlara, kâğıdı göstererek, verilen “oralarda bir yerdedir” cevabı, verilebilecek cevaplardan hem en karışık olanı hem de en makul olanıdır. Çünkü modern şiirde, klasik şiirin aksine, sözcükler ve sözcüklerin oluşturdukları bağıntılar derin yapıyı ve anlamı zorlayacak biçimde düzenlenir. [1]Daşçıoğlu Yılmaz, “İşaret Çocukları’ndaki Şiirlerde Temel Yapı Oluşturma Tekniği Olarak Sapmalar” Kâğıt üzerinde yazılı yahut çizili olan anlamlar, kendilerinin dışında kurgulanmaktadır. Şiir oluşturulur, sonrasında ise tarih içerisinde var kılınır. Var kılınırken oluşuna müdahale edilir. Peki, şiiri var kılmak ne demektir? Şiir, şairin onu tarihin anlamlı bir yerinde durması için sistemli bir şekilde kayıt altına almasıyla var kılınır. Kayıt, matbaaya ilişkin olan kâğıt sistemiyle kurgulandığı takdirde, kâğıdın şiir için anlamını tespit etmek gerekir.
Şiir için kayıt, insan için araç esastır. Herhangi bir zavallı, bireyselliğini toplumsallaştırmak istemedikçe insan olduğunun farkına varamaz. Her canlı dünya ile sürekli birbirine bir şeyler alıp bir şeyler vermektedir ama bu ilişki insan tabiat ilişkisi haricinde hep dolaysızdır. Çünkü insan için amaç değil aracın önemi vardır ve insan tabiatı araçsal kılarak kendini gerçekleştirir. Şair de kendinde olanı, şiiri, toplumsal bir araca dönüştürmek isterken onu, insanların ulaşabileceği bir düzlemde olacak şekilde kurgulamak zorundadır. Dolayısıyla şairin ilk görevi medyumu, kayıt aracını tespit etmektir. Böylece şairin kafasındaki bütün estetik ve araçsal ifadeler, huruç edeceği düzleme göre teşekkül eder. Dolayısıyla şair, doğduğu toplumun kayıt aracına henüz doğmadan tabi olmuştur, denilebilir.
Büyük şairler ise ya kendi kültürü içerisinde yeni bir kayıt türünü mümkün hale getirmiş şairlerdir (Necati Beg, Namık Kemal, Orhan Veli gibi) ya da mevcut kayıt sistemleri içerisinde büyük imgeler kurgulayabilmiş şairlerdir (Yunus Emre, Fuzûlî, Cahit Zarifoğlu gibi). Örneğin Necati Beg, yeni bir şiir kayıt sistemine Türk şiiri mührünü vurarak Orhan Veli’nin yaptığını çok daha önceden klasik şiir içerisinde başarmıştır. Nitekim Necati Beg, şiirlerini yazmamış hatta yazmaktan çekinmiştir. “Ko şi’rün sebt-i evrak etme zinhar/ Od ile penbenün ne oyunı var” diyerek bu çekincesini dile getiren Necati, hayli meşhur bir şair olduktan sonra şiirlerini, hamisinin isteği üzerine ve “kağıda yazılan hayal kaybolmaktan kurtulur” düşüncesiyle divanında toplamıştır.[2]Kaya, Bayram Ali, Necâtî Bey’in Poetikası, Akademik Kitaplar, s.36
Şiirin sonu bütün kayıt düzlemleri için tahmin edilemezdir. Çünkü kayda alma anında şiirin sonunu tahmin etmek ustalık ve plan gerektirmektedir. Şiirin planlandığı noktalarda ise tinsellik erimeye, giderek yok olmaya başlar. Dolayısıyla şairin ustalığı, planla arasına koyduğu mesafe ile yahut planı “çaktırmamakla” belirginleşir. Kayıt Merkezli Okuma, bu bağlamda, şiir kurgusunun neden o an gerçekleştiği gibi gerçekleştiği sorusuna cevap vermektedir. “Yazmış olduğu” şiirlerle modern, matbaa şiiri içinde önemli bir yerde duran Cahit Zarifoğlu üzerinden bir şiirin nasıl kaydı merkeze alınarak incelenebileceğini anlatmaya çalışmadan önce şairin “Satır” ismindeki şiiri buraya alalım.
Bir şair olmak istedim
İslam hartasında
Baltalarını
Ortak çarşılara götürüp pazarlayan
Şu gonca
Daha dün yepyeni değil miydi
Nasıl eskimiş ağzı
Ya şu köpüklü dualar
Eyvahımı nasıl unuttum
Bunca imdat) (bir tek sonbahar
Bir oyun bulmalı
Yepyeni kelimeler
Haydi mesafeleri topla
Yak ateşi orta yere
Ve gece boyu bir tek uzun şiirli cümle
Derken telefonun
Gözyaşların
Yoldan gelip geçenler
Çocuk sesli kaldırım
Seslenip ağlaman
Bir salkım üzüm dudakların
Bir seninle
Bir kaç basit anı
Kalabalıkta küçük adımların içinde
Söylentiler içimizle dolu
Şöyle olmuş:
Ben sen demişim
Sense sen
Satır neyi parçaladı?
Zarifoğlu’nun “Satır” adındaki şiiri de “kayıt” bağlamında okunmaya pek müsaittir. Öyle ki şiirin başlığını okuyan şiirin muhatabı, ilk bendi okuyunca satırın bir kesim aleti olduğunu düşünür. Beşinci bendine gelince ise satırın kâğıt üzerindeki anlamı aklına gelir. Daha sonra her iki anlamın da kullanıldığı ihtimalleri ve hatta anlamlar arasında bir geçişkenlik kurgulandığı okur tarafından düşünülebilir. Dahası şairin “ve gece boyu bir tek uzun şiirli cümle” mısraı yirmi sekiz mısralık şiirin on beşinci mısraıdır ve kağıt düzleminde şiiri ikiye bölmektedir. Şiiri geometrik olarak ikiye bölecek olursak şiirin ikinci yarısının ilk mısraı “satır” kelimesinin kâğıt üstündeki anlamını anımsatan mısra olacaktır. Dolayısıyla okur isterse iki farklı şiiri içeren bir şiirden bahsedebilir. Bu durumda bizi dört şiir karşılar. Dolayısıyla şiirin bütününe bakıldığında satır, “ikiye bölmeye, parçalamaya yarayan alet” anlamında da “kağıt üzerindeki bir dizi yazı” anlamında da başarılı bir şekilde kullanılmıştır, denilebilir.
Bu, satır işlevi gören ve şiiri ikiye bölen, aynı zamanda şiiri ikiye böldüğü takdirde ilk satırda bulunan mısranın “ve” ile başlaması da yine birçok anlamı çağrıştıracak niteliktedir. M. Fatih Andı, Zarifoğlu’nun “Ayna” şiirinin ilk mısraı olan “ve gözüm eşyamda değil” mısraındaki “ve”nin gelebileceği anlamları uzun uzun anlatmıştır. Biz onları özetleyecek olursak şu üç anlama gelebileceklerini ifade etmek durumunda kalırız:
“Satır” şiirindeki “ve”, M. Fatih Andı’nın “Ayna” şiirinin ilk mısraındaki “ve” için söyledikleriyle de elbette açıklanabilir. Zira “ve gece boyu bir tek uzun şiirli cümle” de bir ilk mısra sayılabilir. Ancak buradaki “ve”nin farkı, iki şiiri, iki farklı “satır” anlamını birleştiriyor olmasıdır. Satır şiiri ikiye bölmüştür ve ikiye bölünen şiir “ve” bağlacı ile birbirine tutturulmuştur. Bu mısraın bir diğer özelliği de (ve’nin) öncesi olmadığı gibi sonrasının da olmayışıdır. Mısradaki anlam tamamlanmadan “derken” ifadesiyle yeni bir mısraa geçilmiş, anlam yarım bırakılmıştır. Ayrıca şiirde kullanılan tek “ve” bağlacının “ve gece boyu bir tek uzun şiirli cümle” mısraında bulunması da düşüncelerimizi destekler niteliktedir. Üstelik “ve” bağlacının yapı kurucu bir işleve sahip olduğu Zarifoğlu şiirleri, yalnızca bunlarla sınırlı değildir. Yılmaz Daşçıoğlu, Zarifoğlu’nun “Ve Çocukluğun Uyanışı Böyle Başladı” şiirinin bir bölümünü ele alırken şu ifadelere yer vermiştir:
“Şairin aşağıya aldığımız şiirinde ise ‘ve’ bağlacı yapıyı önemli ölçüde yönlendiren/belirleyen bir faktör olarak kullanılmıştır. Bilindiği gibi bağlaçlar birbirinden farklı iki ya da daha fazla kelime veya kelime grubunu aynı bağlamda birleştirmek görevini üstlenen sözcük türleridir. Ama bazen sadece farklı unsurları bir araya getirmek göreviyle sınırlı kalmazlar. Yaptığı işleri sayarken her birinin arasında ‘ve’ bağlacını tekrar tekrar kullanan kişinin bu kullanımdan amacı ve dinleyende yapacağı etki ‘yapılan işlerin çok olduğu’ vurgusudur.” [4]Daşçıoğlu, Yılmaz, Kader Hep Erken Zaman Hep Geç- Cahit Zarifoğlu’nun Şiiri, Şule Yayınları, İstanbul, Mayıs 2020 s.115
Bir taşta iki kuş, iki taşta?
Bu sorunun cevabı dört değil. Hatta bir taşta iki kuş vurmanın maharet sayıldığını da kabul etmek zorunda değiliz. Bazen şiirin uzayı öyle bir boşluk sunar ki ona atılan taş sonsuza dek kuşlara değer durur. Zarifoğlu’nun Satır’ı da elinde taşla bekleyen okura sonsuz adet kuş sunmaktan geri durmuyor. Zira ele aldığımız şiir, birçok defa başlayıp birçok defa sonlanıyor. Üstelik bütün sonlar da birbirleriyle kolayca irtibatlandırılabiliyor. Bütün bunların rastlantı olduğu düşünülebilir. Ancak fizik kendi usulünce rastlantıdaki gerekliliği ya da geçicilikteki sonsuzluğu kabul etmiş durumdadır. [5]Smith, Wolfgang, Kuantum Bilmecesi, Çev. Ali Sebetçi, İnsan Yayınları 2019 s.45
Şiirin bütün başlangıçlarını ve bütün son(suzluk)larını ifade etmek elbette imkansız. “Ve” bağlacı dolayısıyla şiirin muhtemel başlangıçlarından bahsetmiş olduk. Bir anlama zaten ulaşamayacağımız için şimdilik şiirin dört sonundan bahsedelim.
Şiirin yaşattığı ilk son deneyimi “Ben sen demişim/Sense sen” mısraları dolayısıyla gerçekleşiyor. Şair, şiirin birçok yerinde karşısında gördüğü biriyle bir takım eylemler yapma gayretinde. İslam hartasında şair olmak isteyen şairin aynı kişiye “Mesafeleri yak” dediğini düşünür ve ateşin yakılmasını istediği “orta yer”in alelade bir orta yer olmadığını kabul edersek, şairin tasavvufi bir imgelemle şiiri sonlandırdığını söyleyebiliriz.
Şiirin yaşattığı ikinci son deneyimi ise “ve” yi yeni bir başlangıç kabul ettiğimiz için “Haydi mesafeleri topla/Yak ateşi orta yere” mısraları dolayısıyla gerçekleşiyor. Şair şiirde birçok şeyden rahatsızlığını dile getirdikten sonra sanki bütün rahatsızlıklarının sebebi mesafelermiş gibi davranıp onları yakıp yok etmekten söz ediyor. Buradan şairin yakın olamamaktan rahatsız olduğunu anlıyoruz. Peki ya neye yakın olamamak? Bu sorunun hem tek bir cevabı var hem de bu soru her şeyle açıklanabilir.
Şiirin sunduğu üçüncü son deneyimi de ilk son deneyimi gibi “Ben sen demişim/Sense sen” mısraları dolayısıyla gerçekleşiyor. Ancak bu sonun başlangıcı olarak “ve gece boyu bir tek uzun şiirli cümle” mısraını sayıyoruz. Bu iki mısra arasındaki mısraların ortak özelliği anlamı tamamlamadan son bulmaları. “Ben sen demişim” mısraı hariç… Şairin sen dediği kişinin ona aynı şekilde “sen” diyerek mukabele etmediği malum. Çünkü hem anlamın mısra ile sonlanmadığı yapıya sahip bir şiirle karşı karşıyayız hem de bağlaç olan “se” bize şairin muhatabının ondan farklı bir şey söyleyeceğini bildirir. Dolayısıyla şiirin yaşattığı üçüncü son deneyimi anlamın ucunun kaçtığı bir son deneyimidir.
Şiirin sunduğu dördüncü sonlandırma deneyimi, bütün bir şiiri anlamakla; bütün ihtimallerin hem farkına varmakla hem de bu ihtimallere ulaşılamayacağını kabul etmekle kendini gerçekleştiriyor. Dolayısıyla son olarak dahi sondan bahsedemiyoruz.
Yani? İnsanın şair olduğu anlardan biri, nesneyi göründüğü gibi görmediği andır. Zarifoğlu “Satır”ı yazarak kâğıdı bir kayıt aleti olarak görmemiş onu şiir kurgusuna dahil etmiştir. Şairin belki de hesaplamadığı plan budur ve şiir bu şekilde tinselliğini sürdüregelmiştir. Şiiri ikiye bölmek için onun kâğıt üzerindeki gerçekliğini görmek gerekir. Şiiri bölme düşüncesi, şiiri yazma düşüncesiyle beraber gelir. “Satır” şiiri yazılmış olduğu için anlamlıdır, şayet Zarifoğlu bu şiiri seslendirmiş olsaydı ve bu şiirin yazılı nüshası bulunmasaydı, şiirin yaratmış olduğu bunca anlamdan söz edemeyecektik. Dolayısıyla matbaa şiirinin, kâğıt üzerinde bulunarak anlamlarını gerçekleştirebildiğini ve kayıt merkezli okumalarla da bu anlamların açıklanabildiğini son kez ifade etmiş olalım. Zira şair, manipülasyonları dahi tahrik eder. Onun yalanı buradadır.
Dipnot
1 | Daşçıoğlu Yılmaz, “İşaret Çocukları’ndaki Şiirlerde Temel Yapı Oluşturma Tekniği Olarak Sapmalar” |
---|---|
2 | Kaya, Bayram Ali, Necâtî Bey’in Poetikası, Akademik Kitaplar, s.36 |
3 | Andı, M. Fatih, Güneşe Tutulan Ayna, “Güneşe Tutulan Ayna Yahut Şairin İç Dönüşümü”, Hat Yayınevi, s.15-16 |
4 | Daşçıoğlu, Yılmaz, Kader Hep Erken Zaman Hep Geç- Cahit Zarifoğlu’nun Şiiri, Şule Yayınları, İstanbul, Mayıs 2020 s.115 |
5 | Smith, Wolfgang, Kuantum Bilmecesi, Çev. Ali Sebetçi, İnsan Yayınları 2019 s.45 |