Günlerdir gerçek bir pogrom ve delilik hali içinde yaşıyoruz. Kayseri’de bir Suriyelinin, tuvaleti gelen 6-7 yaşındaki amcasının kızını tuvalete götürmesi üzerine yüzlerce insan “Tacizci Suriyeliler” sloganları ile sokaklara döküldü. Polis, “mağdur şahıs Türk değil” diyerek öfkeli kalabalığı dağıtmaya çalışsa da olaylar artarak devam etti. Kayseri’yi Türkiye’nin diğer illeri de izledi. Özellikle Telegram kanallarından ve Discord sunucularından örgütlenen ve önemli bir kısmı yasal olarak çocuk olan bu kitle Suriyelilerin yaşadıkları evleri taşladı, dükkanlarını yağmaladı ve yaktı. Suriyelilerin olduğunu iddia ettikleri araçlar ateşe verildi. Olaylar başladıktan hemen sonra özellikle Suriye’de Türk ordusunun kontrolünde olan çeşitli bölgelerde bayrak yakma, tır yağmalama gibi olaylar vuku buldu. Suriye’deki muhalif gruplar hep bir ağızdan Türkiye’ye destek açıklamasında bulundular ve olaylara karşı tavır aldılar. Muhtemelen YPG yanlısı gruplarca tezgahlanan bu olaylar çok geçmeden bastırıldı. Ancak Türkiye’deki olaylar birkaç gün daha devam etti. Türkiye genelinde gruplar sokaklarda yakaladıkları Suriyeli gençlere saldırdılar ve Antalya’da 17 yaşında bir Suriyeli linç edilerek öldürüldü.
Olaylar üzerine bu yazıyı yazarken elde ettiğim verilere göre 1065 kişi gözaltına alındı ancak yalnızca 28 kişi tutuklandı. İçişleri Bakanlığı bu kişilerin çoğunun zaten sabıkası olan kişiler olduğunu söyleyerek savunmaya geçti. Özrü kabahatinden büyük kabilinden bu savunma, bu kadar suçlu insanın neden içerde değil de aramızda dolaştığını sorduruyor. Ki gözaltına alındıktan sonra bu suç makinesi haline gelmiş kişiler tutuklanmadılar ve pogroma bir sonraki gün kaldıkları yerden devam ettiler. Sokakta bunlar yaşanırken Telegram kanallarında tüm Suriyelilerin kimlik bilgileri paylaşıldı. Yaklaşık 3.5 milyon kişiye ait yabancı kimlik kartı ve pasaport bilgileri gibi verilerin bulunduğu bu büyük dataya kimin nereden eriştiği de halen meçhul. Göç idaresi verilerin kendi verileri ile uyuşmadığını söyleyerek işin içinden sıyrılmaya gayret etti ancak bu veriler ne bütünüyle yalanlandı ne de sızmanın kaynağı açıklanabildi.
Tabi bu yaşananları Türkiye’de senelerdir ilmek ilmek dokunan mülteci düşmanlığı ile beraber ele almak gerekir. İyi Parti ve Zafer Partisinin politikalarını, yalan haber makinası sosyal medya hesapları, Ankara Altındağ’da yaşanan olayları, Kemal Kılıçdaroğlu’nun 2 seçim arası Cumhurbaşkanı olma hırsıyla her tarafa astırdığı “Suriyeliler Gİ-DE-CEK” pankartları ve özellikle seçimden sonra tamamen değişen göç idaresi politikalarını beraber düşünmek lazım. Bir yıldan uzun süredir insanların saçma sapan gerekçelerle sokaklardan toplanması ve ülkenin ücra bir köşesindeki geri gönderme merkezlerine fırlatılması, ikametlerinin iptal edilmesi yahut sudan sebeplerle başvurularının reddedilmesi gibi durumlara şahitlik ediyoruz. Bu şahitliklerimizi hatırladıktan, son yaşanan olayları da şöyle bir gözden geçirdikten sonra yazıya geçebilirim. Evet, ülkemde mülteci istemiyorum.
Tüm bu olaylar bana mülteci nedir sorusunu sordurttu. Hukuki tanımından bahsetmiyorum, onu zaten çöpe atmak gerek. Sadece Avrupa ülkelerinden gelen kişilere verilen ırkçı bir statü olarak mülteciliği kabul etmek mümkün değil. Zaten mülteci yaşayan dilde beyazlar için değil daha kavruk tenliler için kullanılan bir kavram. O zaman bütün göçmenlerden ve özellikle olağanüstü durumlarda ülkemize gelenlerden bahsediyoruz mülteci diyerek. Yani kelimeyi sığınmacılar için kullanıyoruz. Peki, mülteci olmak ne demek. Yazının başından beri zikrettiğim şu ifadeler bu konuyu anlamamız açısından bence oldukça yardımcı olacak:
Mülteci olmak esasen ait olmadığın bir memlekette, kendinden olmayan insanlarla yaşamak. Ailenden, çevrenden ve kültüründen ayrı olmak. Mülteci olmak, köle gibi çalışmak, zulümden kaçılan noktada zulümle karşılaşmak. Ezilmek, dışlanmak, hakir görülmek. Mülteci olmak bütün suçların, bütün kötülüklerin sebebi olmak. Canının, malının ve ailenin değersiz olması. Başına gelecek kötü bir şeyin hesabının sorulmaması. Kişiliğinin değersizleşmesi, bütün bilgilerinin ifşa edilmesi. Mülteci olmak geri gönderme merkezlerinde kaybedilmek, bir linç dalgasında malını ya da canını yitirmek. Mülteci olmak, namusuna ahlakına laf edilmesi, izzetine hakaret edilmesi. Kısacası köleden de beter, bir böcek gibi yaşamak anlamına geliyor mülteci olmak. Ve evet ben ülkemde mülteci istemiyorum.
Ülkem, yani benim vatanım. Bizim yani Müslümanların vatanı. Kurtuluş savaşı ile kurduğumuz, Balkanlardan Kafkaslara Müslümanların akın akın gelip toplandığı bu topraklar. Atalarımızın Müslümanlar izzet içinde yaşasın diye kanını döktüğü topraklar. Ülkemde Savaştan, ölümden ve fitneden kaçarak bize sığınan bu insanların böcek gibi yaşamasını istemiyorum. Çünkü her Müslüman, kardeşinin insan gibi yaşamasını ister. Hakkının yenmemesini, ne devlet ne de patronu tarafından ezilmemesini, selamet içerisinde olmasını. İşte bu sebeple ülkemde mülteci istemiyorum. Birlikte yaşamak ve kulluk tahtında, insanlık kümesinde eşitlenmek istiyorum. Onlar bizle yaşamayı nasıl öğrenecekse biz de onlarla yaşamayı öğreneceğiz. Ancak bu şekilde bir millet olmayı başaracağız. Bunu da onlar için değil kendimiz için yapacağız. Aksi halde Türklüğün bir imkâna sahip olması mümkün değil.